Ilk Terk Ediş 1

687 38 3
                                    


"Gidelim, Canan. Evimize gidelim. Zeynep'e gidelim." derken sözleri bir bıçak olup yüreğine saplandı. Kenan böyle yapmamalıydı. İşleri ikisi içinde zorlaştırmamalıydı. Bu acıyı gömeceklerine dair birbirine söz vermişken bunu yapmaya hakkı yoktu.

Eymen'in kalbi duyduğu acı yalvarışla ağırlaşırken sadece izledi. İzlemek bile acı vermişken hissetmek öldürüyordu. Aynı kaderi paylaşan insanlar olarak toplu mezarlığa gömülmeleri gerekiyordu. Yıkılmış bir erkek gözünde güçsüz, vasat görünmüyordu adamın. Güçlüydü, güçlülerdi. Öyle olmaları gerekiyordu. Kirlenmiş hayatlarında kirli olsalar da ayakta kalmaları gerekiyordu.

Gördüğü manzarayla içi burkulan Eymen ilk defa yalnızlığı iliklerine kadar hissetti. Farkında dahi olmadığı yalnızlığı boynuna sarılmış, ciğerlerini nefessiz bırakmıştı. Onun kollarını dolayacağı, omuzunda hüngür hüngür ağlayacağı kimsesi yoktu. Yüreğini açıp acılarını dillendireceği bir dostu yoktu! Ağladı genç adam... Canını yakan yalnızlığına küfür ede ede ağladı ama akması yaşları yanaklarından. Organlarına kezzap olup içten yok etti. Gözgöze geldiği kadına buruk bir tebessüm ile bakıp yanlarından sükunetle ayrıldı.

Canan oturduğu koltukta gözlerini boşluğun kollarına bırakırken dizlerine başını yaslayıp uzanan arkadaşının saçlarını usulca okşuyordu. Kenan her ne kadar sessizliğini korumakta ısrar etse de Canan, arkadaşının Zeynep'in mezarından geldiğini tahmin edebiliyordu. Çünkü ne zaman ona böyle sarılıp sessiz çığlıklar atsa her zaman Zeynep'in yanından gelmiş oluyordu.

"Beni seviyor gibiydi, Canan. Seviyormuş gibi bakıyor, seviyormuş gibi elimi tutuyordu. Herşey yalan mıydı yani? Bana aşkla bakan gözleri yalan mıydı?"

Zeynep ve Kenan çocukluktan beri birbirlerini sevmişlerdi. En azindsn herkes bunu böyle biliyordu! Fakat Zeynep'in yazdığı kağıtta aşka dair söylediği kelimeler tüm doğrularını yalana itmişti. Aşkı gökyüzünde yaşayan bir kız ne diye karanlık kuyu desin? Ne diye aşkı cehennem eylesin? Kenan'da Canan'da bunu çoğu kez sorgulamış, herhangi bir cevap bulamamışlardı.

"Zeynep yalan söylemezdi, Kenan."

Zeynep her zaman masumluğun beden bulmuş hali olmuştu. Düvüşürdü, döverdi ama bunu sadece spor amaçlı yapardı. Canan gibi canını yakanların canını yakmak için değil! Gülümseyerek gülümsetirdi etrafındaki insanları. Canan'a nazaran o her zaman iyi taraf olmuştu.

Uzun bir süre sonra Kenan'dan ses gelmeyince gözlerini dizlerindeki arkadaşına çevirdi. Kenan büyük hüznünün ardından sevdiğiyle rüyalarda buluşmak üzere uyumuştu. Seymen söylemeyene kadar içinde bulundukları boşluğu düşünmeden gözü körü arkadaşının ardında bıraktığı kağıt parçasına inanarak hayatına devam edecekti. Kenan'ı uyandırmayaya dikkat ederek doğruldu, sessizce odadan çıktı. Madem Seymen bey onu kış uykusundan uyandırmıştı o zaman istediğini de ona vermek zorundaydı. Merdiven basamaklarının yanına yaklaşırken dengesini kaybedip kenarda duran vazoya çarpınca vazo yere düşerek gürültülü bir biçimde parçalara ayrıldı. Mırıltı halinde sakarlığına küfür edip aşağı indi. Seymen beyin odasına doğru ilerleyecekken salonda oturup elindeki telefonla uğraşan adam ile yönünü oraya doğru çevirdi. Onun geldiğini fark etmeyen Seymen'in çaprazındaki koltukta yerini alıp öne doğru eğildi.

"Seymen bey birşey konuşabilir miyiz?"

Seymen daldığı telefondan Canan'ın sesiyle kendine gelerek:

"Ah, Canan! Dalmışım kusura bakma."

"Önemli değil. Sizinle birşey konuşmam gerek."

Canan'ın yüzündeki sert ifadeden konunun ne kadar ciddi olduğunu anlayabiliyordu genç adam. Oturuşunu düzeltip telefonunu masanın üzerine bıraktı. Onun bu hareketinden konuşmaya başlaması gerektiğini anlayan Canan:

"Konu Zeynep. Onun ölümünün ardındaki gerçeği sorgulamam gerektiğini söylediniz. Bu demek oluyor ki size birşeyler biliyorsunuz." Koltukta daha da öne gelip kendini Seymen'e yaklaştırarak "bakın kafamı çok karıştırdınız. Yani düşündükçe büyük bir boşluğun içine düşüyor, doğrularımın yanlışlığıyla karşılaşıyorum. Madem ki beni bu duruma düşürdünüz devamını da getirin."

Sustu genç adam. Bildikleri adeta bir bomba niteliğindeydi ve biliyordu ki pimini çekerse geriye kimse kalmayacaktı. Can çekişen ruhlar son soluğu alıp yok olacaktı. Oysa Seymen'in amacı birilerini öldürmek deği, yaşatmaktı! Bir günlük ömrü olan kelebeğe bir ömür bahşetmeti.

"Doğru bildiğin yanlışların peşine düşebilirsin, Canan." Diyerek konuyu üzerinden çekmeye çalıştı.

"Peşine düşeceğim o kadar çok şey var ki..." diye mırıldanarak kendi kendine söylendi genç kız. Eğdiği başını kaldırıp onu pür dikkat seyreden adama baktı. Bu adam onun hayatının gerçeklerini elinde tutuyor, onu bu gerçeklerden men ediyordu.

"Neden? Neden bana bunu yapıyorsunuz?"

Kendiyle söylenir gibi konuşan genç kızın sorusu Seymen'in sertçe yutkunmasına neden olmuştu. Bunu neden yapıyordu? Aslında sevmekten başka bir şey yaptığı yoktu adamın. Yaramazlık yapıp yakalandıktan sonra masum gözlerle annesini uzaktan izleyen çocuk gibi uzaktan uzaktan bakıyordu kadına. Yanına gelmesini istemeyen bir kadına sevmekten başka ne yapabilirdi ki?

"Bombok olmuş bu hayatımın benim dahi bilmediğim yönlerini biliyorken neden ısrarla ben? Kirli hayatıma ne diye temiz ellerinizi sürmeye çalışıyorsunuz?"

"Belkide kirli hayatını temizlemeye çalışıyorumdur."

Canan bu koca adamların hayatına alışık değildi. Kendisi her zaman basit bir hayat sürmüş, basit düşünen bir insan olmuştu. Tüm bu karmaşıklık onu bozguna uğratıyordu. Hayatının kiriyle ömrü boyunca kol kola gezmişken bu adam karşısına geçmiş çılgınca şeyler söylüyordu.

"Sizin de eliniz kirlenecek." Derken buradaki amacını bir kez daha hatırladı. Bu evde kendi için değil, kendinden başka herkes için vardı.

Seymen uzun uzun baktı kadının buğulu gözlerine. Dünyanın sükunetini içine hapseden ela gözlere... Sol göğsü onunla dolup taştığı andan beri zaten kirlenmişti genç adam ama bunu kadına söylemeye gerek yoktu. Önündeki orta masanın üzerinde duran kalemi alıp izin almaksızın genç kızın elini kucağına doğru çekti. Canan ne oluyor diyemeden avucunu açıp içine bir isim yazdı, ayağa kalktı.

"Sanırım Zeynep'in ailesini ziyaret etme vaktin gelmiş." Diyerek salonu terk etti.

Seymen'in gidişle Canan şaşkınlıkla avucunda yazan isime baktı. Hasan BEŞİK! Bu adamda kimdi? Daha önce bu ismi duymadığına adı kadar emindi. Peki, bu ismin Zeynep ile ailesinin ne alakası olabilirdi ki? Avucunu sıkıca yumruk yapıp karşısındaki bahçeyi salondaymış gibi gösteren camdan yansımasına baktı. Nasıl bunca zaman bir kağıt parçasına inanarak yaşamayı sürdürmüştü? Zeynep aşkı cehennem bilip canına kıyabilecek bir kız değildi! O aşkı cehennem bilse bile yine de o cehennemde Kenan'la yanardı. Bunu nasıl yeni fark edebiliyordu?

Eymen, önünde duran küçük zil tuşuna basıp basmamakta tereddüt yaşarken gözleri kahverengi çelik kapıda dolanıyordu. Bu zile daha önceleri basmak o kadar zor değildi oysaki. Aslında hiçte zor değildi çünkü çaldığı kapı nişanlısının kapısıydı. Birkaç ay sonra evleneceği kadının evi... Daha önce duyguları hiç iki kadının arasında sıkışıp kalmamıştı. Ah Tanrım! Onun gözünde Canan kadın bile sayılmazdı. Kendini bir an önce gidip Istanbul'un Boğaz Köprüsünden atması gerekiyordu. Böylece zaten acı içinde olan ailesi dahada acı çeker, Koray denen o adamda huzurla evinde otururdu. Eski Eymen olsaydı şu an çoktan eve girmiş, Sedef'i kolları arasına alıp soluğu yatakta vermişti. Ama eski Eymen olsaydı işte!

Zile yakın duran elini indirip arkasına döndü, arabasına doğru ağır ağır yürümeye başladı. Yapamıyordu... Kalbinde sönen Sedef'ten ilk gidişiydi bu. Sevdiğine inandığı kadını ilk terk edişiydi. Genç adamın gemisi çoktan küçük bir limanın kıyısında durmuştu. Umutsuzca köhne bir boşluğa sığınmıştı. Aptal bir adamdı! En olmayacak kadına aşık olacak kadar aptal bir adamdı.

Merhabar herkese😊

Arkadaşlar bu bölüm tekrar başlayacağımı belirtmek için kısa oldu. Askıya aldığım Küçük Bir Kadın kitabına kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere...

Küçük Bir KadınHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin