Gidenler şiir olur,
kalanlar hatıra.
Gözlerimi yitip gitmeye hazır olan sevdiğim adamdan çekip arkamı döndüm hızlıca. Adımlarım hızlıydı, onlar bile biliyordu şimdi gitmezsem hiç gidemeyeceğimi. Sevdiğim adamı terk etmemin tek yolu arkama bakmadan koşup uzaklaşmaktı.
Tökezleyip düşene kadar...
Topuk sesleri kulaklarımı doldururken onun da peşimden geldiğine emin olmuştum iyice. Beni hayata getiren kişiden ölesiye nefret ediyordum o an.
"Eşyalarını toplamayacak mısın?"
Dediğine güldüm sinirimden. Çıkış bu kadar uzak mıydı diye düşünmeden edemezken, kafamı ona doğru çevirmiştim hafifçe. "Kocanın parasından alırız yeni kıyafetler. Hani şu hastaneye verdiğin paralardan..."
Söylediklerimle bel boşluğumdan etimi çimdiklemesi bir olmuştu. Acıyla yüzümü ekşitirken daha da hızlanmıştı adımlarım sanki.
"Onun yanında da böyle konuşma Hazal."
Hafifçe omuzlarımı silktim.
"Ne yaparsın, hastaneye mi yatırırsın?"
Sorumun cevabını veremezken adımlarını hızlandırmıştı o da. Arabanın kapısını açan şoförün yüzüne bile bakmadan atmıştı kendini içeriye.
Lüks arabaya binmekten çekinsem de ilk baş, annemin bakışları sanki somutlaşıp beni kolumdan tutmuş ve içeriye çekmişti. İstemeye istemeye bindiğim bu arabada oturuşum bile buraya ait olmadığımı haykırıyordu.
Benim ait olduğum yer, dünyanın gerçek delilerinden ayrılmış insanların olduğu yerdi.
Yaklaşık yarım saat süren araba yolculuğunun ardından geniş bahçeli, dubleks lüks bir evin önünde durmuştuk. Şoförün kapımı açmasına izin vermeden inmiştim hızlıca. Annem de indiğinde kollarını göğsünde birleştirip bana döndü tekrar.
"Güzel değil mi?"
Umursamazca salladığım omuzlarım gereken cevabı vermişti. Uyuşuk adımlarla kapıya doğru ilerlerken bahçenin yeşilliği bana Efdal'i hatırlatmıştı. İlk dansımızı, ilk sarılışımızı... Daha şimdiden bana her şey onu hatırlatıyordu.
Boynu bükük çiçeklerdi en sevdiklerim. Yaşamın ağırlığından boyunları bükülse bile, sapının dikliğinden vazgeçmeyip yaşama devam eden çiçekler. Tam benlikti...
Aklıma Efdal'le hastaneden kaçtığımız gün gelmişti. O gün hastane dışında attığım adımlar sanki hayatımdaki en kıymetli şeylerken şimdi hastanenin beton zeminini ayaklarımda hissetmek istiyordum. Orası özgürlüktü benim için, dış dünya sadece koca bir yalandan ibaretti.
İhtişamlı kapıya yaklaştığımızda hizmetçiler kapıyı açarak karşılamıştı bizi. Annemin neden beni bu adama tercih ettiğini hep sorgulardım kendi kendime, şimdi daha iyi anlıyordum.
"Melis, Hazal'a odasını gösterir misin canım?"
Yaklaşık altı yaşında olan sarışın küçük kızın başını okşayıp beni odama götürmesini istediğimi görünce gözlerim dolmuştu nedensizce. Bir kere bile başımı okşamadığı çocukluğum gelmişti aklıma.
Minik kız annemden aldığı talimat üzerine usulca kafasını salladı ve koşar adımlarla bana doğru gelip elimi kavradı. Merdivenlere doğru ilerlerken bilincimi kaybetmiş gibi onun götürdüğü yere gidiyordum sadece.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AKVA (TAMAMLANDI)
General FictionSesi duyuyor musun? Bu sesler delilerin bağırışları. Burası neresi mi? Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi. Hayır. Bildiğiniz tımarhane burası. Onca delinin içinde, sinir krizleri geçiriyor diye kalır mı birisi? Ben kalı...