Ben ona baktım, onun benim üzerimde gezen gözleri eşliğinde. Herkes sustu, gözlerim takılı kaldı onun gözlerinde.
Bakışlarım Efdal'in üzerinde gezinirken Gürkan'ın bana seslendiğini fark ettim. Onu dinlemiyordum, ne konuştuğu hakkında da en ufak bir fikrim yoktu.
"Hazal, sen beni dinlemiyor musun?"
Gözlerim Gürkan'a çevrildiğinde anlamsız bir ifadeyle suratına baktım. Sudan çıkmış balık gibi olmuştum, ne diyeceğimi ne yapacağımı kestiremedim bir an.
"E-efendim? Dinliyorum tabii ki."
"Yapma ama. Psikoloji okuyan birisini kolay kandıramazsın."
Gürkan'ın alaycı tavrı sinirimi bozmuştu anlamsızca. Haklıydı aslında, onu dinlemediğim gayet net ortadaydı. Bu yüzden daha fazla yalan söylememeye karar vermiştim.
"Tamam, dinlemiyordum seni." dedim istemsizce omuzlarımı kısarken. Gözlerim tekrar pencereye çevrildiğinde Efdal'i tekrar görmeyi ummuştum fakat işler istediğim gibi gitmemişti. Efdal az önceki durduğu yerde yoktu.
Hayal kırıklığıyla başım öne eğildiğinde önümde bir çift ayakkabının belirdiğini gördüm.
Heyecanla kafamı yukarı doğru kaldırsam da, karşımda Gürkan'ı görmek ikinci bir hayal kırıklığına neden olmuştu.
"Karşımda üzgün küçük bir kız çocuğu gibi oturmanı istemiyorum. Eminim bahçenin keşfetmediğimiz yerleri vardır. Gidip bakmaya hayır demezsin umarım?" Uzattığı eline baktığımda bir an kararsız kalmıştım gidip gitmemeye. Kalbim Efdal'in yanına gitmem gerektiğini söylese de o an mantığımı dinleyip istemsizce de olsa elimi Gürkan'ın uzattığı eliyle birleştirip oturmaktan bütünleştiğim banktan ayrıldım hızla.
Bahçenin diğer tarafına giderken bakışlarım istemsizce son bir kez daha Efdal'in odasına çevrilse de, Gürkan'ı takip ettim yavaş adımlarla.
"Yoruldum ben."
Gürkan heyecanla ilerlerken benim kurduğum cümlenin ardından aniden durdu ve hızla bana döndü. "Yoruldun mu? Saat daha üç."
Kurduğu cümle çok anlamsızdı, saatin üç olması benim yorulmayacağım anlamına gelmiyordu.
"Uzun zamandır dışarıya çıkmıyordum. Birden çıkmaya başlamak yordu."
Daha fazla açıklama yapma gereği duymadan arkamı döndüm ve uyuşuk adımlarla hastane kapısına doğru ilerlemeye başladım.
Arkamdan "Görüşürüz!" diye seslendiğini duysam da duymamazlıktan gelmiştim. Pişman değildim. Son zamanlarda kafam çok karışmaya başlamıştı. Ve ben bu kadar duygu karmaşasına alışkın değildim.
Pencerenin kenarına oturur insanların duygu değişimlerini incelerdim odamda. Bunu ne kadar süre devam ettirdiğimi bilmiyordum. Bir hafta, bir ay, bir yıl...
Kendi kendime kafamı salladıktan sonra adımlarımı da hızlandırmıştım. Düşünmek istemiyordum şu an. Karnım acıkmıştı ve uykum gelmişti.
**
Bir saat kadar odada takılıp bir şeyler yedikten sonra canım sıkılmıştı.
Hayat çok tuhaftı. Bir süre öncesine kadar odada yaşarken şimdi bir saat durmak canımı sıkıyordu. Hemşirenin gelmesiyle oturduğum yerde dikleştim. Elindeki hapa iğrenircesine baktığımı anlamış olacak ki adımlarını daha da hızlandırdı.
"Hadi bakalım, şimdi bunu içiyorsun."
"İyiyim, siz nasılsınız?" Hal hatır sormadan yaptığı kaba davranışı onun gözüne sokmak istemiştim. Bir insan neden böyle kaba olurdu ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AKVA (TAMAMLANDI)
Fiction généraleSesi duyuyor musun? Bu sesler delilerin bağırışları. Burası neresi mi? Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi. Hayır. Bildiğiniz tımarhane burası. Onca delinin içinde, sinir krizleri geçiriyor diye kalır mı birisi? Ben kalı...