Mühürlenmiş dudaklarımız birbirinden ayrılırken terleyen avuç içlerimi pantolonuma sürttürdüm hafifçe. Bana baktığını hissetsem de bakışlarım pencereye dönmüştü utançla.
"Yanakların kızardı domates gibi, utandın mı?"
Hafifçe attığı kahkaha ile dudaklarımı birbirine bastırırken sorusunu cevaplamak yerine kapıya döndüm hızlıca. "Ben gideyim, tedavi saatim yaklaştı."
Kapıya ulaşmak için büyük bir adım atmıştım ki, kolumdan tutulmasıyla olduğum yerde kalmıştım o an. "Yüzünün solgun durmasını sevmiyorum, çok güçsüz görünüyorsun o zaman. Yanaklarına renk gelince tam bir Akvâ oldun, benim Akvâm."
Kurduğu cümlenin ardından yeniden hızla kendine çevirip dudağıma minik bir buse kondurdu. Yüzümde oluşan gülümsemeyi engellemeye çalışırken koşar adımlarla kapıya ilerledim. Arkadan duyduğum tek ses kahkahasıydı.
Koşarak merdivenlerden inip odama gittikten sonra kapıyı kapattım sertçe. Kapattığım kapıya yaslanarak dizlerimin üstüne çöktüğümde içimdeki gülme isteğini daha fazla dindiremeyeceğimi anlayıp, kahkahalarla gülmeye başladım. Bir elim hızla çarpmaya devam eden kalbimin üstümdeyken kahkaha atmaya devam ediyordum.
Hayatımdaki adamın varlığı kalbimi ısıtırken, hep böyle devam etmesini istedim. Biraz bencilce olsa bile, hayatımdan hiç çıkmasın, ben hep böyle duygular yaşayayım istiyordum.
Yaklaşık yarım saat o şekilde yerde oturduktan sonra yavaşça yerden kalkıp, lambanın düğmesine basarak karanlık odayı aydınlattım. Camın önüne ilerleyip mermer zemin üstüne zıpladıktan sonra, eski günlerdeki gibi dizlerime kendime çekip, kafamı yasladım.
Gözlerimi kapattıktan sonra son birkaç aydır hayatımda olan şeyleri gözümün önünden geçirdikten sonra yüzümdeki gülümsemeyle kafamı kaldırdım.
İyisiyle, kötüsüyle her şey yaşanmaya değerdi hayatımda.
⚡⚡⚡
Hastaneye yatışımın üstünden iki hafta geçmişti. Son günlerde zamanın nasıl geçtiğini anlamıyordum bile. Buse gününün çoğu vaktini yanımda geçiriyordu, doktorum herhangi bir ziyaretçi kısıtlaması yapmadığına ismimi verdikleri an yanıma girebiliyorlardı.
Arada bir Gürkan uğruyor, herhangi bir şeye ihtiyacım olup olmadığını soruyordu. Buraksa, istisnasız her gün okul çıkışlarında yanıma gelip, o gün istedikleri konuları anlatıyordu okuldan geri kalmamam için.
Doktor, hastanede yattığım süreyi rapor olarak yazacağı için devamsızlık sorunum olmadan okuluma devam edebilecektir.
Bahçede Burak her zaman yaptığı gibi notlarından dersi anlatırken, Efdal de yanımda oturuyor, sıkı sıkı elimi tutuyordu destek olurcasına. Diğer günlerin aksine, yazdan kalma bir gün gibi olan bugün, üstüne yarım kollu uzun etekli olan elbisesini giymiş olan Buse bahçenin kapısındayken göz göze geldiğimizde el salladı büyük bir coşkuyla.
Diğer insanların bakışları da ona çevrilse bile, o bunu umursamadan güneşle parlayan kızıl saçlarını arkasına atarak, havalı bir şekilde yanımıza geldikten sonra güneş gözlüğünü çıkarıp masanın başında dikildi.
Burak'ın Buse'ye kilitlenen bakışlarını görmemle birlikte hınzırca gülümseyerek Efdal'in karnını dürttüm, onların göremeyeceği bir şekilde.
"Hoşgeldin Buse, otursana," dedim tek boş yer olan Burak'ın yanını göstererek. Buse yadırgamadan Burak'ın yanına oturduktan sonra yüzünde kocaman gülümsemesiyle bana döndü.
"Bu hastaneden çıkınca üniversite hazırlık kursuna gidelim mi Hazal? Planladığım bazı şeyleri gerçekleştirmem gerekiyor da," dedikten sonra sorar bakışlarını Burak'a döndürdü. "Bildiğin iyi bir hazırlık kursu var mı? Ben bir süredir yurt dışında yaşadığım için pek bilmiyorum da."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AKVA (TAMAMLANDI)
General FictionSesi duyuyor musun? Bu sesler delilerin bağırışları. Burası neresi mi? Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi. Hayır. Bildiğiniz tımarhane burası. Onca delinin içinde, sinir krizleri geçiriyor diye kalır mı birisi? Ben kalı...