Bir önceki bölümde beni yalnız bırakmayan herkese teşekkür ederim, bu bölüm sizler için olsun. Herkese mutlu, sağlıklı yeni yıllar diliyorum! Keyifli okumalar, yorumlarınızı bekliyorum.
Bölüm Parçaları:
1. Ben Howard - Esmeralda
2. Bonobo - Black Sands*Son kısım için Beyza Doğuç - Çoban Yıldızı'nı dinleyebilirsiniz.
Yirmi Dokuzuncu Bölüm ♫ ♪
Kar taneleri düşüyor, düşüyor, düşüyordu. Soğuk odada, odanın soğuğundan nasibini alan bedenimle titreyerek oturuyordum; yerde ahşap piyanonun kıymık kıymık kırıkları ve tuşların kopmuş parçaları vardı. Açık perdelerin sunduğu manzara camla sınırlandırılmış olsa da beyaz kar tanelerinin anbean düşüşünü izlemek tuhaf bir boşluk hissi bırakıyordu içimde. Ölümü bu kadar iyi taşıyıp anlatabilen başka bir şeye daha rastlamamıştım. Kar kristalleri sesi yutardı, ölümün sessizliğini taşırdı bünyesinde ve şimdi benim için düşüyorlardı göğün kara bağrından. Sokak lambasının beyaz ışığı altında süzülerek yere düşen, düştüğünde kirli asfalt tarafından emilen bir başka kar tanesini izledim pür dikkat. Ölüm bu kadar güzel miydi?
"Kızım," diyen titrek, yorgun sesini işittim annemin. Benim gibi öylece yerde oturuyor, bana uzanmak için bir hamlede bulunmuyordu.
Gözlerimin önünde duran gerçek fazlasıyla somut, keskin ve sertti. Biz insanlar bazen kalın duvarlara çarpabilir, içi kaynak su dolu gayzerlerin içine düşebilir, ölüm ismi verilen uçurumun kenarında güzel bir manzaraya bakarken ayağımızın kayması sonucuyla düşebilirdik. Bir toz zerresi olup yoklukta yuvarlanamayacağımıza, her anını zevkle veya hayranlıkla izlediğimiz kar kristallerine dönüşüp eriyemeyeceğimize göre gerçeklerin yok edemeyeceği kadar vardık bu dünya üzerinde ancak en büyük gerçeklik, hiçbir gerçeğin bir insanı öldürmeyeceğiydi. Acı, insan algılarınca şekil bulan bir kavramdı ve aslında bir insanın ruhen çekebileceği bütün acıların kalpte sızı bıraktığı süre aynıydı, gerisi tamamen bireye kalan abartı kısımdan ibaretti. Benim o abartı kısmım yıllarıma mal olmuş, sağlığımı elimden almış, zihnimde bir kaos yaratarak bir ben daha oluşturmuştu. Acı insanı öldürmez, kendi öldürürdü.
"Neva, konuş benimle."
Kollarımı dizlerimin etrafına dolayarak bacaklarımı karnıma doğru çektim oturduğum yerden kalkmadan. Ellerim kesik içindeydi, fiziki olarak gerçek bir acıyı duyumsuyordu tenim ancak o an bunu umursamadım. Kanayan yaralarım kuruyup derime kazınsalar da aldıracak değildim, gücüm olsa onları yolar bir kez daha kendim kanatırdım kendimi.
"Korkutuyorsun beni."
Sonra o da sustu. Kısa süreli bir susuştu bu, evin içini kısık sesli hıçkırıklar ve burun çekme sesi kaplayınca bundan rahatsız olarak oturduğum yerden kalktım savsak hareketlerle. Benimle birlikte ayağa kalkmış, düşeceğimden korktuğundan olsa gerek, her an müdahale edebilmek için öne uzanmıştı elleri. Ellerinin uzanabileceği mesafeden çekilip dermanın kalmadığı bacaklarımı zorlayarak odama doğru yürüdüm. Adımlarım parkede kan lekesi bırakıyordu, çıplak ayaklarıma batan minik cam parçaları daha derine saplanıp canımı yakıyordu. Dudaklarımdan dökülen aciz bir hıçkırık boğazıma saplanıp bütün zehrini içime akıtırken haykırarak ağlamak, acımı bağırmak istediysem de susmaya devam ettim.
Odama girdiğimde hiçbir şeyle ilgilenmeden, doğrudan yatağıma yürüdüm. Bir daha hiç uyanmamak üzere derin bir uykuya dalmak istiyordum, ölümden daha derin bir uyku varsa şayet; o sarmalıydı bedenimi ve karanlık çöküp gün doğsa da uyanmamalıydım. Kar yağsa da, yağmura dönse de, güneş açsa da, gökkuşakları parlasa da bulutların arasında; uyanmamalıydım. Oysa uyku denilen meret gözlerimin giz dolu kapasına uğramıyor, yaşlardan içeri giremiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NOTA ♫ ♪ (Müzikten Bedenler #1)
Genç KurguPiyanonun seksen sekiz tuşunda gizli bir hayat, zor ve çıkmazlarla dolu. Yanlışlar, mutluluklar, gözyaşları, aşklar ve hüzün... Hayat sandığından daha acımasız, doğru bildikleri ise yalandı. Her nefeste biraz daha battı ölüme. Neydi aşk? Başlangıcı...