YENİ BÖLÜM İLE HERKESE SELAM. HEPİNİZE İYİ OKUMALAR DİLİYORUM SEVGİLİ DOSTLAR.
- Telefon defterini al gel, bunu konuşacağız Rojda! Hadi farkettirme kimseye olur mu?
- Tamam, tamam Halil abi. Sen merak etme, hemen alıp geliyorum.
Halil duyduklarının şaşkınlığını üzerinden atamadan, ''Yazının sahibi Rojda değilse kim?'' sorusuyla cebelleşmeye başlamıştı. Kafasında ne varsa uçup gitmiş, Rojda'nın telefon defterini getirmesini bekliyordu. Oradan başlayacak ve adımlarını sağlam atarak, bu yazının sahibini bulmak için mücadele verecekti.
Çok geçmeden Rojda telefon defteri ile geri döndü. Genç kızın gözlerinde merak ve endişe dolu bakışlar vardı. Telefon defterini Halil'e uzattı ve o da yanına oturdu. Halil hemen defteri açtı ve baktığı sayfayı aramaya başladı. Bu arada onun birlikte olan Rojda söze girdi:
- Şu yazı annemin mesela Halil abi. Onun yazısını tanırım çünkü.
- O değil Rojda, o değil. Hah işte burda! Bu? Bu kimin yazısı tanıyabildin mi?
- Şey, tanıdık gibi ama bilemedim kimin yazısı olduğunu.
- Bulmam lazım, bu yazı kimin bulmam lazım.
- Abi ne oldu ki? Kim bu ve ne yaptı sana?
- Boşver Rojda, sen kimseye bu olaydan bahsetme yeter.
- Tamam etmem tabiki.
Halil bir süre daha düşündü ve o sırada Rojin yanından ayrılıp odasına döndü. Halil'in bir an önce yazısının gerçek sahibini bulması gerekiyordu. Belirsizlik içinde yaşayıp, herkesten şüphelenmek bir yere kadar sürebilirdi.
Rojin odasına geri döndüğünde, dolabında duran günlüğünü çıkardı. Derin bir nefes alıp verdikten sonra, defterini açtı ve yazmaya başladı;
'' Ne oldu ona? Neden böyle endişeli ve korku içinde? Onun için ben de endişeleniyorum. Belli k, başı büyük bir belada.
Kendimi bildim bileli, hiç böyle üzgün, dalgın, endişeli ve korkulu görmemiştim onu. Peki ya o yazı neydi? Kesin yazının sahibi, canını yakacak onu üzecek birşey yaptı. Onu kimse üzmesin istiyorum. Hep mutlu olsun istiyorum. O bilmese bile, ben onu canım kadar seviyorum çünkü. Onun yüzü güldüğü zaman, benim içimde çiçekler açıyor. O üzüldüğünde, içimi büyük bir ateş kaplıyor.
Onu kimsenin üzmesine izin vermeyeceğim. Mutsuz olmasına dayanamam çünkü. Katlanamam böyle yaşamasına. Başka birini sever, evlenir mutlu olur belki. Ben bunu anlar, aşkımı içimde yaşarım. Ama onun bu şekilde yaşaması, benimde yüreğimi yakar.
Bulacağım onu üzen kişiyi ve ne yaptığını öğreneceğim. Onu daha üzmesine izin vermeyeceğim. Onun canını yakan her kimse, gerekiyorsa ben de onu yakacağım. Ne pahasına olursa olsun.''
Rojda günlüğüne, ufak bir anı kaleme aldı ve defterini kapatıp yerine koydu. Bu sırada Halil, Boran'ı aramış ve konuşmaya başlamıştı:
- Boran, nasılsın?
- İyiyim, sen nasılsın?
- Kötü haberlerim var Boran. Yazıyı yazan Rojda değil.
- Ne? Nasıl yani, kimmiş Halil?
- Bilmiyorum henüz. Telefon defterine bakarken, yazının aynısına denk geldim. Bir şekilde öğrendim Rojda'dan, o değil yazının sahibi.
- Hay Allah, ne olacak peki şimdi?
- Bulacağım, yeter artık bu kimse onu bulacağım.
- Bulduğunda neler olacak, bizi neler bekleyecek bilmiyoruz Halil. Ben korkmuyorum ve pişmanlık duymuyorum seninle ilgili. Ama sana bir zarar gelmesi, işte o beni endişelendiriyor.
- Böyle yaşamak güzel mi peki Boran? Yapamam ben, herkesten şüphe duyarak yaşayamam.
- Haklısın, ben de ne dediğimi bilmiyorum galiba.
- Şey, akşama gelecek misin? Kafaları çeker, dertleşiriz biraz. Özledim seninle uzun uzun konuşabilmeyi.
- Geleceğim tabi. Sen istersin ben durur muyum hiç?
Halil, Karasu yakınlarında enkaz halinde duran bir evden bahsetmişti Boran'a. Çocukluklarından bu yana, çok kez gittikleri bir evdi. Orada saklanırlar, orada oynarlar ve aileleri gezmeye geldikçe, o evi mutlaka görürlerdi. Şimdilerde ise, iki genç adamın özlediği, belki bir kaçış yeri olarak gördüğü, yıkık dökük eski bir evdi. Akşam orada buluşacak ve içeceklerdi. Hem de birbirlerine dertlerini dökeceklerdi. Halil telefonu kapattıktan sonra, evrakların hepsini topladı ve klasöre koydu. Klasörü aldığı gibi, üst kata kendi odasına çıktı.
-----------------------
Hava kararmaya başlamıştı. Halil'de bir duş aldıktan sonra hazırlandı ve evden çıktı. Karasu'ya doğru yol almaya başladı. Yolda sürekli ihtiyaçlarını aldığı yerden, birçok bira alıp bagaja koydu. Yoluna devam eden Halil, Karasu'ya yakın bir yerlerde aracı parkedip dışarı çıktı. Bagajdan bira ve çerezleri aldıktan sonra karşı tarafa, yıkıntı diye bahsettikleri eski eve doğru yürümeye başladı. Çok geçmeden eve varmıştı. Evin duvarları yıkık dökük, yarısı var yarısı yok gibiydi. Camları ise kırılmış ve çerçevelerinin boyaları çoktan dökülmüştü. Belli ki bu evde, geçmişten bugüne büyük yükler taşımıştı omzunda. Dayanabildiği kadarı ise, ayaktaydı. Halil ve Boran'ın ayrı dünyası olmayı başarmıştı.
Halil poşetleri evin duvarına yasladıktan sonra, evin ahşaplarından dökülen parçaları toplamaya başladı. Bir süre sonra kapısının önünde, yakabileceği kadar odun birikmişti. Biraz uğraştıktan sonra, odunlar yavaş yavaş alev almaya başladı. Karanlığın içinde, sanki umut ışığıydı yanan odunlardan çıkan ateş. Halil'in yorgun ama güçlü yüzü, ateşin kızıllığıyla ortaya çıkmıştı. Gözleri parıl parıl parlıyor, dudaklarına bile ateşin kızılı vuruyordu. Halil poşetten bir bira çıkardı ve çakmak ile açtı. İçmeye başladı yavaş yavaş. Bir süre ateşin başında düşünerek oturan Halil, ayak sesleri ile toparlandı. Ateşin ışığı etrafı aydınlatıyordu. Ağaçların arasından çıkıp gelen, gülümsemesine sebep olacak olan Boran'dı. Boran'da elinde poşetle gelmişti ve Halil'i görünce söze girdi:
- Vay be, yakmışsın bile ateşi.
- Gelince boş durmayayım dedim. Şu döküntülerin arasından çıktı odunlar. Yakayım dedim sen gelmeden.
- İyi yapmışsın Halil'im. Gelirken dükkana girdim, birkaç birada ben aldım.
- Ne gerek vardı. Ben almıştım yolun üstünden.
- Olsun ya, içebildiğimiz kadar. Kalanı eve bırakırız işte.
Halil poşete, biralara uzanırken, Boran'da kendine bir yer seçip oturdu. Bir bira daha açtı ve Boran'a uzattı Halil. Boran aldığı gibi dikti kafasına. Boran birayı içerken, Halil utanan gözleriyle ışığın vurduğu boynuna bakıyordu Boran'ın. Yuttuğu her yudumda, boğazında oluşan hareketler ve yürümenin getirdiği birkaç damla ter. Parlıyordu Boran'ın vücudu adeta. Halil ise utanarak bakıyor ve gözlerini kaçırıyordu. Boran birasını köşeye koyup, konuşmaya başladı:
- Ya telefonda söylediklerine inanamadım Halil. Kimdir bu Rojin değilse?
- Defterde birçok değişik yazı var Boran. Evdekiler tutmuş, bizden öncekilerde tutmuştur belki. Bayağı eski bir telefon defteri çünkü. Kemal abi varya hani, döşemeci olan. Onun telefonunu ararken, gözüme takıldı yazı. Unutmam imkansız zaten, hep o yazıyı düşünüp duruyordum. Hemen tanıdım görünce ama, kimin yazısı olduğu belli değil. Kimseye soramam ki, bu yazı senin mi diye? Arkasını nasıl getireceğim sorsam?
- Haklısın Halil'im. Bak ne diyeceğim sana. Evden birine aitse, onların yazısına ulaşabileceğin başka şeylerde olmalı. Ne bileyim evraklar, başka defterler olabilir. Eve gidince bildiğin yerlere, usülünce bir bak istersen.
Halil hemen düşünmeye başladı. Annesinin not tuttuğu, yemek defteri. Dedesinin odasında bulunan anı defterleri. Babası ve Amcasına ait, işyerinde bulunan evraklar. Bir şekilde her birine bakmalı ve yazının sahibi kimse, onu bulmalıydı.
- Evde olanlara bakmaya çalışırım. Ama işyerinde olanlara bakabilmem için, yardımın lazım Boran. İstersen yarın gel yanıma. Ben evraklara bakarken, sen de ortalığı kollarsın.
- Olur olur, düşünme şimdi sen bunları. Sen kafana taktıkça, ben de takıyorum bilesin.
Boran yerinden kalktı bu sözlerinden sonra. Halil'in oturduğu yere doğru geçti ve onun arkasına oturup, bacaklarını iki yana açtı. Halil önünde oturuyordu ve o da arkasında. Elleriyle boynuna sarıldı Halil'in. Kulaklarına doğru götürdü dudaklarını ve ufak bir öpücük kondurduktan sonra, birşeyler söylemeye başladı:
- Düşünme hiç birşey. Sakın kendini üzme olur mu? Seni çok seviyorum. Aklım hep seninle birlikte ve kalbimde. Sen üzülürsen, ben de üzülüyorum unutma bunu.
Halil, Boran konuşurken başını onun konuştuğu yana çevirdi. Göz göze geldiler ve dudaklarının arasında, bir aşk mesafesi kaldı. Bu mesafeyide Boran kapattı. Dudakları birbiriyle birleşirken, gözlerini kapadı iki adam. Ateşin ışığı yüzlerini aydınlatıyor, birbirlerini öperken hala bir utanma duygusu yaşıyorlardı. Bu yüzden gözlerini kapama ihtiyacı duydular. Halil elini Boran'ın boynuna götürdü öpüşmeye devam ederken. Dudakları aşkla dans ediyor gibiydi. Birbirleriyle öyle uyumluydular ki, resmen birbirlerine olan sevdalarının simgesiydi ilk gerçek öpüşmeleri. İlk kez, kimseden korkmadan, çekinmeden öptüler birbirlerini. Kalplerinin ritmi ilk kez bu kadar rahatça değişebildi. Birbirine sevdalanan bu iki erkek, birbirleri için ölümü bile göze alabilecek günlere geleceklerdi. Ancak ne Halil ne de Boran, henüz bunun farkında değillerdi. Muhteşem denilecek bir geceydi ikisi için. Biraz öpüştükten sonra, Halil ateşe doğru döndü yüzünü ve Boran'da Halil'e iyice sarıldı. Başını onun boynuna yasladı. Sanki aşklarını özgürce yaşıyor gibiydiler bu gece. Ancak gecenin sonuna gelecekler ve hayatın gerçekleriyle yüzleşmek için, iki adamda evlerine döneceklerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HALİL İLE BORAN
Ficção GeralMardin'de iki büyük ve birbirine dost aşiret. Babalarından sonra aşiretlerin başlarına geçmeleri ümit edilen iki erkek Halil ile Boran. Ayrıca çocukluktan gelen iki dost. Peki ya şimdi? ''DELİKANLI BİR AŞK HİKAYESİ''