47

2K 76 5
                                    

O Harika gece bitmiş yeni bir sabaha uyanırken her zamankinden daha mutluydum. Daha mutlu, daha huzurlu ve daha sakin bir güne uyanmıştım.

" demek dün gece geldi ha, kızım bu adam seni gerçekten önemsiyor. Zaten o gece bayıldığında yüzü bembeyaz olmuştu, kimin ne söylediğini duymuyordu. O an anlamıştım." Sıla odanın ortasında koşuştururken -tabi ki parmağındaki yüzüğe sürekli bakıyordu.- bir yandan da benimle konuşuyordu.
Nişandan dönerken benimle kalmak isteyen Sıla, bütün gece bana nişanda olan olayları anlatmıştı. İşin garibi benim de orda olduğumu unutmuştu ya da bilerek bana bu işkenceyi çektirmişti.
Şimdi ise sadece Araf' ile ilgili konuşuyordu.

" söylesene sana hiç seni seviyorum dedi mi?" Sorduğu soru aslında uzun zamandır düşünmediğim bir şeydi. Araf beni gerçekten çok özel hissettiriyordu ama bana hiç seni seviyorum dememişti.
Peki söylemeli miydi? Bu iki kelime çok mu önemliydi?
" hadi söylesene." Sıla beni yeniden dürtünce kendime gelip yatağımdan kalktım.
" hayır, yani hiç söylemedi." Dediğimde önümü kesip
" bunu hemen halletmeliyiz. Çok önemli bir detay bu." Dedi.
" öyle mi?" Şaşkınlığımı belli etmek için yüzümü de ekşitmiştim.
" tabi ki öyle. Hemen arayıp söyletmelisin." Sıla iyice delirmişti.

" saçmalama bu çok gereksiz." Diyerek banyoya doğru yürüdüm onu geçiştirmeye çalışıyordum. Ama nafile önümü kesip
" belki sana önemsiz gelebilir ama bu çok önemli Melek, seni seviyorum sözü söylendikçe değersizleşir ama hiç söylenmezse de gerçek olmaz." Dediğinde durup söylediklerini idrak etmeye çalıştım.
Belki de haklıydı, bu iki kelimenin değeri söylendikçe düşüyor ama hiç söylenmeyince de ortada düşecek bir değer bile kalmıyordu. Kafamı tamam anlamında sallayıp komidinin üzerinde duran telefonu elime aldım.
Hiç düşünmeden ara tuşuna bastım, ne kadar zor olabilirdi ki. Ama hayır ne diyeceğimi bilmiyordum. Telefon ikinci kez çalarken ben hala ne diyeceğimi düşünüyordum. Telefonu elimin arasına alıp sessizce Sıla'ya
" ne diyeceğimi bilmiyorum." Dediğimde telefonun diğer ucundan alo sesi geldi. Sıla elleri ile o iş bende diyordu.
Telefonu tekrar kulağıma götürüp çekinken bir ses tonuyla
" alo, merhaba Araf nasılsın?" Dedim. Araf kesinlikle çok kızacaktı bu çok saçma bir başlangıçtı.
" gerçekten mi? Lütfen şaka olduğunu söyle." İşte Araf'tan beklenen cümleler.

Sıla'ya ne söylemeliyim gibi işaretler yaparken bir anlık dalgınlıkla Sıla'nın seni seviyorum demelisin ısrarlarına dayanamayıp Araf'a
" seni seviyorum " dediğimde şaşırıp kaldım. Bunu nasıl söylemiştim. Allahım rezil oldum, bu kadar saçma, bu kadar yersiz bir aşk itirafını ancak ben yapabilirdim ve yapmıştım.

" sabah sabah içmiş olma ihtimalin nedir?" Araf benimle haklı olarak dalga geçiyordu.
" şey ben yani sana söylemedim, çiçeklerime söylüyordum. Üzgünüm. Sonuçta doğayı sevmeliyiz, bu bizi mutlu ed..." Lafı ağzımda gevelerken saçmalıyordum. Araf da bunu anlamış olacak ki- anlaması hiç zor değildi- beni susturup
" o zaman seni çiçeklerinle yalnız bırakıyorum" diyerek telefonu kapattığında gözlerim şaşkınlıktan kocaman oldu. Telefonu kulağımdan yavaş yavaş çekerken Sıla karşımda sırıtıyordu.
" söyledi değil mi?" Sıla gerçekten çok saftı.
" evet bana seni çok seviyorum, onun içinde seni ömür boyu yalnız bırakıyorum dedi. Ne kadar romantik değil mi?" Deyip telefonu yatağa fırlattım. Sıla da en az benim kadar şaşırmıştı ama hemen kendini toplayıp
" sıkıntı yok, harika bir fikrim var." Dediğinde korkmam gerektiğini anlamıştım. Üstelik Sıla'dan kurtulmak imkansızdı.

************************************

Şuan içinde bulunduğumuz durum hem benim hemde Araf için çok komikti. Eskiden birlikte oturduğumuz ağacın altında Araf'la birbirimize bakarken Sıla ağacın dalında elinde bir sepet gülle bize bakıyordu. Her şeyi bir kenara bırakıyorum ama Sıla görünmez olduğunu zannediyordu.
" bu kız gerçekten iyi değil." Araf eğilip fısıldayınca gülmemek için kendimi zor tutuyordum.
Kafamı yavaşça kaldırıp bize bakmıyormuş gibi yapan Sıla'ya bakıp
" Sıla seni görüyoruz farkında mısın? " dedim. Sıla başını bize çevirip
" lütfen burda olmadığımı düşünün siz devam edin lütfen." Dediğinde Araf da başını kaldırıp
" ama ordasın değil mi ? Üstelik biz burda ne yapıyoruz?" Dedi.

Araf sinirleniyordu. Sıla'nın bu fikir bile olmayan fikrine nasıl uymuştum?
Gerçi bana söylediği tek şey Araf'ı buraya getirmemdi. Araf ile geldiğimizde ağacın tepesinde sessizce bizi bekliyordu.
Düşüncelerden sıyrılıp Araf'a döndüm.
" bir bilsem." Dedim. Sıla dalın üzerinde doğrulup
" Hey gençler dikkatinizi şu romantik ortama verin.." derken birden dengesini kaybedip üzerimize doğru düştü. Araf kendini hemen geri çekerken ben ise Sıla'nın üzerime düşmesini seyrettim.
Sıla düştükten sonra son rutuş olarak Gül sepeti de kafama düştü.
Ayağım gerçekten çok acımıştı üstelik Araf'a da rezil olmuştum. Daha önce romantik bir şekilde Araf'ın kucağına düştüğüm bu ağacın altında şuanda kucağımda Sıla vardı.
Bir kahkaha sesiyle Sıla da bende kendimizi toplamaya çalıştık. Kafamdaki sepeti biri çekerken bende saçlarımdaki gülleri toplamaya başladım.
Sepet gözümün önünden çekilince gülen kişinin Araf olduğunu gördüm. Araf uzun bir zaman sonra ilk kez böyle kahkaha atıyordu.
Kahkahalarının arasında
" gerçekten çok romantik bir ortam." Dedi ve yerden aldığı gülleri İkimizin başından aşağı döktü.
Sıla ayağı kalkarken benden sessizce özür diliyordu ama aslında çok mutluydum, Araf gerçekten çok mutlu görünüyordu ve bu beni de mutlu ediyordu. Her ne kadar rezil olsamda umrumda değildi.
Üstümdekileri attıktan sonra ayağı kalkmak için ağaca tutundum ama ayağımın acısı ile tekrar oturdum. Acıyla kıvrandığımı gören Araf gülmeyi bırakıp yanıma geldi.
" ne o romantizm mi çarptı?" Diyerek ağrıyan ayağımı dizinin üzerine koydu.
Sıla da o sırada sessizce bizi izliyordu.
" ya ne demezsin, yüksek dozda romantizmin yan etkileri." Diyerek ayağımı gösterdim. Hala gülümsüyordu. Onu gülümserken görünce bende gülümsedim.

"Küçük bir incinme, buz koyarsak hemen geçer." Deyip beni kucağına almaya çalışınca kendimi geri çektim.

" sen sürekli kendini yaralamaktan zevk alıyor olabilirsin ama seni taşımaya bayılmıyorum." Konuşurken de beni zorla kucağına aldı. Ona izin vermesemde bu durum hoşuma gitmişti. Ama neden bana beni sevdiğini söylemiyordu, tamam çok önemli değildi ama artık garip bir inatlaşmaya dönmüştü. Ne olursa olsun bunu söyletmek için her şeyi yapacaktım.
Tabi ki şuanda bunu düşünmek yerine şu anın tadını çıkarmalıydım. Okulun ortasında beni kucağında taşıyan kişi okulun en yakışıklı genciydi.
Herkesin gözü bizdeydi, biran gözüm Sıla'ya kayınca yine tüm dikkatim dağılmıştı. Oğlunu evlendiren anneler gibi gururla ve farklı bir havayla yürüyordu. Bu kız gerçekten deliydi hemde benden daha deli.

Kantin de ayağıma buz koyup suyumdan bir yudum alırken Sıla da suyunu içiyordu. Araf üç çay isteyip yanımıza oturduğunda Sıla suyunu bırakıp
" Ee Araf anlat bakalım. Melek'in en çok neyini sevdin." Dediğinde içtiğim bütün su boğazımda kaldı. Şişeyi yere atıp öksürmeye başladım.
Ama bu Sıla'nın umrunda bile değildi.
" hadi Araf, anlatsana."
Hala üsteliyordu ama Araf bütün dikkatini bana vermişti.
"şaşırıyorum biliyor musun? Ben yokken nasıl hayatta kalıyorsun."
Araf yine ve yeniden benimle dalga geçiyordu. Tabi ki Sıla yine öne atıldı.

" aslında pek hayatta kalmak denmez, her zaman bir yerlerini yaralardı. Bir keresinde attan düştü kolu iki yerden kırılmıştı. O kadar ağlamıştı ki." Konuşmaya devam edecekken telefonu çalınca bizden uzaklaşıp konuşmaya başladı. İçimden derin bir oh çekip
Araf'a özür dilerim bakışları attım. Onu bugün oldukça sıkmıştım. Allahtan Sıla yanımıza gelip işi çıktığını söyledi ve bizi oluşturduğu baş ağrısı ile yalnız bıraktı. Araf
" Benim iki dakikalık bir işim var, sonra seni eve bırakırım." Deyip Merdivenlerden çıkarken bende buzu ayağımdan çektim.

Suyumdan yeni bir yudum alırken Meriç'in merdivenlerden indiğini görünce suyu bir kenara bırakıp
" Meriç." Diye seslendim.
Onunla konuşmak ve eski dostumu geri kazanmak istiyordum.

Meriç arkasını dönüp beni görünce bende ona doğru yavaş da olsa yürümeye başladım. Ayağımı fark edince hızla bana doğru geldi.
" ne oldu ayağına?"
" önemli bir şey değil. Nasılsın?" Diyerek sözünü kestiğimde derin bir nefes aldı. Sonra
" artık çok iyim çünkü ne yapacağımı çok iyi biliyorum." Dedi.
Çok garip davranıyordu.
" ne yapacaksın?" Dediğimde gülümseyip
" mutluluk bana gelmiyorsa ben onu yanıma zorla getireceğim." Dedi.
Neden böyle konuşuyordu? Eski mutlu, dalgacı, hayattan zevk alan adama ne olmuştu. Nasıl bu kadar çaresiz bir hal almıştı?
" ama o zaman onun adı mutluluk olmaz." Diyerek tepki vermesini bekledim. Tepkisini merak ediyordum.

" Ben mutlu değilsem, o zaman onun adı da mutluluk olmasın." Deyip yanımdan uzaklaştı.
Meriç iyi şeyler yapmayacaktı, değer verdiğim o adamdan eser yoktu. Yerini bencilliğin, umutsuzluğun ve çaresizliğin oluşturduğu bir yıkıntı almıştı.

SUSKUN (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin