Her anım seninle,
Her özel an sensin...
Sen dolduruyorsun günümü...
Ne mahkumum sana ne de özgür...
Yenildiğim sen olsan da,
Sevginden alıyorum gücümü...-*-
Eyşan geçen günlerde Yağız da bir değişme, bir yakınlaşma görmemişti. Sadece eve daha çok geliyordu. Ama genelde ya o uyuduktan sonra ya da erken gelse de odasına girip, çıkmıyordu. Bir şeylerin savaşını verdiği o kadar belliydi ki, bazı zamanlar uyumamış olsa da yorgunluktan yatağa girip gözlerini kapattığı anlarda kapısı hafifçe açılıyor, Yağız dakikalarca kapıda bekliyor ama girmekten vazgeçip, kapıyı kapatarak geri çıkıyordu odadan. Bu durum Eyşan’ı üzdüğü kadar Yağız’ı da yoruyordu. Kısacası ikisi de zor günler yaşıyorlardı.Rüya’nın yaşadıklarını biliyor, ama derslerinin yoğunluğundan dolayı onlara fazla zaman ayıramıyordu. Her ne kadar telefonda sık sık görüşseler de yanlarına çok gidemiyordu.
Neyseki sonunda finalleri bitmiş, Haziran ayına gelmişlerdi. Dün son sınavına girmiş ve rahatlamıştı. O rahatlığın ve hafiflemenin verdiği mutlulukla güne başlamıştı. Odasından çıkıp bir kahve aldı kendine. Bir an genç adamın evde olup olmadığını düşündü. Sonra omuz silkip balkona çıktı. Üstü çok da abes değildi. O evin içinde pijamaları ile dolaşmayı seviyordu. Nasılsa kocasıydı ve üstündeki de açık bir şey değildi.
‘Kızlar sana ne demişti Eyşan?’Eyşan birden duraksadı, iç sesinden nefret ediyordu, “Ne dedilerse dediler, sana ne acaba? Adamı kışkırtacak değilim, git başımdan!” kahvesini yudumladı, evet güzel vermişti kendi ağzının payını. Beynini kemiriyordu bu iç ses, haddini bilsin canım.
‘Sonra adam odama gelmedi diye ağlayan ben miyim?’
Eyşan sabırla gözlerini yumdu, “Ağlıyorsam ağlıyorum be sanane!” diye çemkirdi kendine. “Çirkinleşiyorsun şuan, bir defol git! Kahve içiyorum, keyfime edeceksin ha!”‘Ama kızlar haklı, kabul et. Üzerindeki pembe, üzerinde pelikanların olduğu pijamalarla mı adamın aklını başından alacaksın? Hiç sanmıyorum. Sonra adam seni ‘çocuk’ olarak görünce de zırlıyorsun!’
“Şuan gerçekten çirkefleştin. Ne yani, o geceliklerle mi dolaşayım evin içinde. Şey gibi, terbiyesiz! Bir sus git ya, bi sus ve git! Zıvanadan çıkarma beni! Çirkef!”“Günaydın, kiminle konuşuyorsun,” diyen adama dönen Eyşan yutkundu ve iç sesinin ona kahkahalarla güldüğünü duyup, eliyle gözünün önünden onu itekledi.
‘Ne oldu? Bak adam işini nasıl biliyor? Aldı bir saniyede aklını başından.’
“Tamam, kes sesini! Defol! Çık aramızdan! Allah’ım sen yardım et, o ne?” adam sadece eşofman altıyla mutfağa girmiş, kendine kahve dolduruyordu. Eyşan da başını yana eğmiş, onu izliyordu. Ne kadar da güzel dolduruyordu kahveyi. Çok seksi!Yudumlayarak kızın yanına geldi, “Duymadın mı beni?”
Eyşan rüyadan uyanmış gibi, “Ha!” dedi, bir şey mi demişti ki? Ne demişti? Nasıl gözüküyorum mu demişti? “Çok güzel!”
Yağız yüzünü buruşturdu ve aynı anda gülümseyerek kahvesini yudumladı, “Diyorum ki, kimle konuşuyordun?”
“Hava çok güzel, diyordum. Kendime yani. Belki çıkarım bugün. Rüya’nın yanına gidemedim iki haftadır. Öyle, kendimle istişare ediyordum. Hafif şey oldum da...”“Bence de git. Ona da iyi gelirsin.” -Bana geldiğin gibi... İlacım olduğun gibi... Yağız telefonundan müzik açıp, yanına oturdu, ikisi de manzarayı izleyerek kahvelerini içtiler. Arkadan çalan şarkıların bazı sözlerinde birbirine bakıyorlardı.
Mesela şuan çalan şarkıda olduğu gibi...“Ben bilmezdim renkleri,
Bir çıktın karşıma
İndirdin gökleri...”
(Hirai Zerdüş – Ben Bilmezdim Renkleri)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RÜZGAR'ın BESTE'si / Y.S.S. I - FİNAL
RomantikBir sonbahar klasiği... Bir Eylül senfonisi... Geçmişi silinen bir adam. Kendi geçmişini silen bir kadın. Rüzgar ve Beste... Aşkın her halini yaşayan iki genç... Arkadaş, dost ve iki inatçı aşık... Gençliğini onun abisi ile yaptığı çapkınlıkları...