Yazar; Aslıhan Saranghae
John “İlla evlenmek zorunda mı? O kız yabani bir kısrak gibi. İstemediği biriyle evlenirse aldığı çeyiz, verdiğin servet ve unvan onu mutlu etmekten çok mutsuz edecektir. Bu konuda neden bu kadar ısrarcısınız anlayamıyorum.” Deyip sesinin tonunu ayarlamadan konuşunca Kraliçe elinde ki mendile çevrili yüzünü, anlam veremediği bu hırçınlığını çözmek için oğlunun bakışlarına yöneltti. “Neden mi? Eskiden kalma bir borç diyelim.” Deyip sustu. Oğlunun gözünde fark ettiği his; yıllar önce kendi yaşadığı acıların aynısını yaşatabilecek duyguların fitilini ateşlemek için John’un hazırda beklediğini düşündürmüştü Kraliçe Isabel’e.
Ve olmayacak şeylerin önüne geçebilmek için tüm bu konuşmayı en baştan alması gerektiğine karar verdi. “Yaklaş!” deyip oğlunu yanına çağırdı. Şöminenin karşısında ki koltuğa oturup John’a karşısına oturmasını işaret ettikten sonra diğer koltuğa oturan oğluna bakıp “Şimdi sana anlatacaklarını iyice dinle oğlum. Bir kraliçe olarak değil bir anne ve bir kadın olarak geçmişte kalan en büyük sırrımı anlatacağım sana.” John daha da dikkat kesilerek annesinin konuşmasını dinlemeye başladı. Duyduğu her kelime ise onu unuttuğu ya da mazide bıraktığı anılarına götürüyordu.
“Bundan yıllar evveldi. Bu saraya ilk geldiğimde yanımda gelen birkaç nedimemden başka güvenebileceğim hiç kimsem yoktu. Saraya uyum sağlamam ve beni koruması için Dük Withsorm’u görevlendirdiler. Küçücük bir çocuktum ama benden bir kraliçe, saygıdeğer bir eş ve anne olmam bekleniyordu. Çok korkuyordum; her şeyden ve herkesten. Büyük bir savaşın olmasına engel olan evliliğim, beni korkuların ve yalnızlığın içine atmıştı. Babana karşı hissedemediğim sevgi günbegün onun benden uzaklaşmasına ve metresleriyle utanç dolu günler, geceler geçirmesine neden olmuştu. Günler geçiyor ben daha çok yalnızlaşıyordum. İşte o günlerde Dük Withsorm ve eşi benim en büyük destekçim oldular. Dük her konuda bana yardımcı oluyor, saray entrikalarından beni koruyordu. Sonra sen doğdun. Büyümeye başladın. Senin eğitiminde dükün sorumluluğundaydı. Bu da bizim daha çok vakit geçirmemize neden oluyordu. Ama bir gün babanın kulağına gelen bir dedikodu hayatımızı tamamen tepetaklak etti.
Dük ve benim yasak bir ilişki içerisinde olduğumuz biz daha duymadan saray içinde çalkalanmaya başlamıştı. Tabi bu dedikoduları çıkaranlar babanın metresleriydi şüphesiz. Çünkü Kutsal ruh ve yüce İsa adına yemin ederim ki Dük ve ben asla ama asla onurumuzu böyle bir utançla lekelemedik. Ama baban buna inanmadı. Bir gecede Dükü saraydan uzaklaştırmak için her şeyi ayarladı ve ertesi sabah dük ve düşes Lindsey bütün ailesi ve hizmetkârlarıyla birlikte saraydan ayrıldılar.
En azından hayatları kurtulduğu için mutlu olmuştum. Yaşıyorlardı ama unvanları da dâhil her şeyleri ellerinden alınmıştı. Dük ise bu utanca sadece ailesi için katlanabilirdi. Ama onlar saraydan ayrıldıktan birkaç hafta sonra saraya gelen muhafızlar Dük ve ailesinin salgın hastalık yüzünden öldüğünü haber verdiler.”
John bir an başını yerden kaldırıp “Maya!” dedi. İçinde hissettiği sızı yıllar öncesinden kalmasına rağmen duyduğu gerçekler onlara dair aklında oluşan soru işaretlerine yanıt veriyordu. “Evet Maya! Senin çocukluk arkadaşın küçük Maya!” deyip gözlerini odasının penceresine çevirerek konuşmaya devam etti. “Şu pencerenin aşağısında kalan bahçede bütün günü şakalaşarak geçirirdiniz. Onun gittiğini öğrendiğin günden sonra haftalarca hasta yatmıştın. Kendi acımı hafifletemiyorken senin durumun yakmaya başlamıştı canımı.” John duyduklarıyla gözlerinin önünde can bulan anıları yüzünden sersemlemiş gibiydi. O hisle ayağa kalkıp “Ama Maya’nın…” dedi ve sustu. O anda hatırladığı şey başını sağa sola sallamasına neden olmuştu. Kraliçeyle bu konuşmayı yaparlarken yaşlı kadının ağzından dökülen ismi hatırladı. “Maya’yı lortlardan biriyle evlendirip O’na bir mevki vermek istiyorum. Diğer nedimelerin O’nu aşağılar bakışları beni rahatsız ediyor.”