Aziz her şeyin nihayet yoluna girmesine, ve kısa süre kaybettiği huzura kavuşmanın mutluluğuyla demli çayını yudumluyordu. Eda ona hamile olduğunu söylediğinden beri sigara içme isteği gelmiyordu. Nasıl içerdi ki ? Çocuğuyla uzun süre geçirebilmesi için kötü alışkanlığını bırakması gerekmiyor muydu? Öyle de yaptı bir daha sigara içmemek için yarım paketini ezerek parçaladı.
Hala köydeydi ve temiz havanın tadını çıkarıyordu. Halit'in terasında yeşil ormanın ve tezek kokusunu ciğerlerine çekiyor, bunun mutluluğun kokusu olduğunu düşünüyordu. Terasta yalnız değildi, Eda ve profesörde oradaydı. Keşke Mert de olsaydı. Ancak zamanı geriye akamayacağını biliyordu. Mert ölmüştü ve onun dostluğunu hafızasında yaşayarak mutlu olması gerekiyordu. Kaynak kod Mert'in sayesinde çözülmüştü. Göktaşının sırrı ise yine Mert'in sayesinde, daha doğrusu metre PNG'yi gönderen "Fallen" sayesinde çözülmüştü. Aziz, Mert'e yardımcı olan bu internet kurdunun kim olduğunu bilmiyordu. Merak ediyordu ancak merakını gideremeyeceğinden de emindi. Fallen'e teşekkür etmek isterdi. Aklına bir fikir geldi ve profesöre soru sordu.
-Baba, Mert'e göktaşı rotası olan resmi göndereni bulabilir miyiz?
-Neden Aziz?
-Mert bahisten yüklü miktar para kazanınca Norveç'e uçak bileti almıştı. Hep o kişiyle tanışmak istiyordu. Belki onun yerine ben tanışabilirim.
Profesör Norveç kelimesini duyduktan sonra çenesini ovuşturmaya başladı. Bu ülkeyi daha öncede duymuştu ancak yakın gelen bir şeyler vardı. "Doğru ya! Bana kuantum bilgisayarının parçalarını gönderen kişi montaj nüshalarının sonunda -Norveç'ten selamlar- demişti."dedi. Bağlantı kurmaya çalıştı ancak bunun rastlantıdan başka bir şey olamayacağını düşündü.
-Bilmiyorum bulabilirmiyiz. Ancak Norveç'e tatile gidebiliriz. Eda'da gelir bunu o da hak etti. Belki bende kuantum bilgisayarının parçalarını gönderen kişiyi bulabilirim. Ne diyordu kendine ııııı dur hatırlayacağım. Sanırım "Yeryüzüne inmiş" evet evet kesinlikle bu.
-Baba önce Fallen'i bulalım sonra senin adamı buluruz.
Aziz bunu babasına göz atarak ve gülerek söyledi. İki baba oğul birlik olmanın heyecanını yaşıyordu. Nede güzel bir şeydi babasıyla birlikte omuz omuza çalışmak. Demli çayından bir yudum daha almak için ince belli çay bardağını ağzına götürdü. Ancak Eda'nın kahkahasıyla az daha sıcak çayı üzerine dökecekti. Aziz neler olduğunu anlamamıştı, aynı şekil profesörde. Şaşkın gözlerle Eda'ya bakmaya başladılar. Eda kendine hakim olduktan sonra konuşmaya başladı.
-İkinizde İngilizce bilmeden Norveç'te nasıl adamlarınızı bulmayı umuyorsunuz?
-Benim İngilizcem iyidir. Neydi , may engiliş is gud
Eda profesörün bu bozuk İngilizcesini duyduktan sonra yine gülmeye başladı. Sanki gülme krizine yakalanmış gibiydi. O kadar güldü ki gözlerinden yaş geldi. Aziz ve profesör Eda'nın bu gülme işini abarttığını düşündü. Ancak gerçeği bilmiyorlardı. Eda bir elini Aziz'in omzuna diğer elini profesörün omzuna atarak konuştu.
-O halde iyi dinleyin, canım çocuğumun babası ve onun babası. Fallen'in yan anlamı yeryüzüne inmiş demektir. Bana göre size faydası dokunan bu adamlar aynı kişi.
Aziz kafası karışmış şekilde Eda'nın ela gözlerine bakıyordu. Eda'nın söyledikleri doğruysa kuantum bilgisayarını gönderen de, PNG'yi gönderen de aynı kişi olmalıydı. Aziz ve profesör biran için heyecandan ayağa kalktılar. Onlara kalsa hemen bugün Norveç'e gidip adamı bulmak ve neden kendilerine iyilik yaptığını öğrenmek istiyorlardı. Ancak profesör öncelikle ameliyat olması gerekiyordu. Çok fazla ertelemişti ve daha fazla erteleyemezdi. Heyecanları köyün alt yolunda toplanan kalabalığın çıkardığı ses yüzünden dağıldı. Üçü de terasın ahşap korkuluklarından uzandı ve sesin geldiği kalabalığa bakmaya başladılar. Halit'in evinin hemen önünden geçen üç beş kişi kalabalığa doğru gidiyor olmalıydı. Profesör merakını gidermek için onlara sordu.
-Ya Hasan Emmi, Sıdıka Teyze! Bu kalabalık neden toplandı biliyor musun?
-He ya aslanım bilirim. Dün gece Cinci Garı'nın ormana gettiğini gormüşler.
-Eee?
-Cinci Garı gittikten bir saat sonrada orman içinde gezen beyaz cinleri gormüşler. İki Cin, ormanın içinden dereye kadar gitmiş sonrada ortadan gaybolmuşlar. Şimdi Cinci Garı'nın evine gidiyoz. Ahali onu koyden atacak.
Aziz ve profesör birbirlerine baktıktan sonra, çığlık çığlığa gülmek istediler. Ancak cevap veren ihtiyar adama ayıp olmaması için bu gülmeyi içinden gerçekleştirdiler. Aziz neredeyse sesli şekilde gülecekti ancak dudağını ısırıp bundan vazgeçti.
Dün gece profesör ve Aziz, Eda'nın Termal kamerasına yakalanmamak için beyaz çarşaflarını üstlerine dolayıp orman içinden dere kenarına gitmişlerdi. Belli ki köylü, Aziz ve profesörü cin sanmışlardı. Derhal kalabalığın olduğu yere gidip gerçekleri anlatmasalar İhtiyar kadın köyden atılabilirdi. Aziz ve profesör, Halit'in eski terliklerini giyerek kalabalığa doğru koşmaya başladı. Eda'da şaşkın şekilde onların arkasından koşmaya çalışıyordu. Nefes nefese kaldıklarında, kalabalığın henüz ihtiyar kadının evine hareket etmediklerini gördüler. Profesör olan biteni köy halkına anlatmak için ceviz ağacının yanındaki kayalığın üstüne çıktı.
-Heyy ahali beni dinleyin!
Kendi aralarında konuşmayı bırakan köy halkı profesöre döndü ve dinlemeye başladı.
-Dün beyaz çarşafları giyip ormanın içinden dereye giden sizin cin sandığınız kişi ben ve oğlum Aziz'di. Köye gelen bir hırsızı kaçırmak için beyaz çarşafları giydik ve onu kovalamaya başladık!
Kalabalığın içindeki ak saçlı ihtiyar "Yalan söylüyorsun! Ben kendi gözlerimle gördüm onlar cindi. Cinci Garı'yı korumak için yalan söylüyorsun" dedi. Kalabalıkta uğultu şeklinde ak saçlı ihtiyarı doğrulayıp, gördüklerini söylediler. Profesör köylünün bu şekilde inandıramayacağının farkındaydı. Seslendiği taşın üzerinden indikten sonra kalabalığa elini kaldırarak "Gelin benimle!" dedi.
Köy halkı derenin kenarına geldiğinde profesör nemli taşın üzerindeki bir çift çarşafı eline alarak köylüye gösterdi. "İşte sizin cin sandığınız çarşaflar burada!" dedi. Ardından oğlu Aziz'i çağırarak çarşafı giymesi için yardım etmesini istedi. Aziz babasına beyaz çarşafı giydirdikten sonra profesör, yalan söylediğini söyleyen ak saçlı ihtiyar adamın üzerine yürüdü "Gel Hilmi gel, seni de çarpayım gel" dedi. Profesörün bu hareketi tüm köylünün karınları ağrıyana kadar gülmesine sebep olmuştu.
Gerçeği anlayan köylü kendi hallerine gülerek oradan uzaklaştılar. Profesör ve Aziz çarşafları orada bırakmasalardı Belki de ihtiyar kadın köyden atılacaktı. Bu sorunu da hallettikten sonra Eda'yı, Halit'in evine gönderip Deneci Fadıma'nın akşam yemeği için hazırladığı kömbelere yardım etmesini istediler.
Baba ormanlık alana doğru yürüdü ve bir süre sonra güneşin batışını gören bir yerde durdu ve oturdu. Güneşin muhteşem kızıllığı ikisini de etkiliyordu. Aziz bundan sona nelerin olacağı konusunda bir fikri yoktu. Merakını gidermek için babasına sordu.
-Baba, Bundan sonra ne olacak? Üniversitedeki görevime devam mı edeceğim?
Profesör oğlunun yüzüne yansıyan güneş ışığına bakarak ona tüm içtenliğiyle cevap verdi:
-...........................................
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Alagan-Element
Science Fiction-Yeni elementin adı, Asklepiosyum. Asklepios mitolojide gençleştirme tanrısı ve tıp tanrısı olarak geçer. Teselya kralının güzel kızı Koronis, Güneş'in tanrısı Apollon ile ilişkiye girer bu ilişkiden de Asklepios doğar. Yılanlı asa onu temsil eder...