---Min Ji---
Güneşin batmasıyla hava da serinlemeye başlamıştı. Ne zaman başladığımı bilmeden yürümeye devam ediyordum. Ri Ohn ile biraz sohbet ettikten sonra yalnız kalmak istediğimi söylemiş ve yanından ayrılmıştım. O zamandan beri ayaklarım beni nereye götürürse oraya gidiyordum. Yorulmuş muydum? Galiba hayır. Daha çok ruhum yorulmuştu. Ruhumun ağırlığından dolayı bedenimdeki yorgunluğu hissedemez olmuştum. O, beni hem mutlu ediyor hem de üzüyordu. Mutlu olduğum zamanlar benden daha fazla mutlu olan birinin olmadığını düşünüyordum ama üzdüğü zaman bu dünyadan yok olmak istiyordum. Şimdi olduğu gibi, şimdi hissettiklerim gibi. Hiç olmamış, onunla hiç görüşmemiş olmayı istiyordum. İstemekle olmuyordu işte. Nasıl o mutluluğu tadıyorsam acıyı da tadıyordum. Serin rüzgar yüzümü okşarken rahatlayamıyordum. Nefes alamıyor sanki daha çok boğuluyormuşum gibi geliyordu. Gözlerimden birer damla daha gözyaşı aktığında gözlerimi karşıya çevirmiştim. Simsiyah şehri sokak lambaları ve binalardaki ışıklar aydınlatıyordu. Gökyüzünde ise bir sürü yıldız vardı. Gözlerimi aşağı çevirdiğimde karanlık olduğu için sonu görünmeyen bir uçurum gördüm. Neden gelmiştim bu uçuruma? Rahatlayabilmek için mi? Tekrar nefes alabilmek için mi? Yoksa ortadan kaybolmak için mi?
Gözlerimi tekrar şehrin ışıklarına çevirdikten sonra bir adım daha atmış ve uca gelmiştim. Daha sonra gözlerimi kapatıp kollarımı açmıştım. Rüzgar saçlarımı dağıtırken etkisini daha da göstermişti. Sanki o bile canımı yakmak istiyordu. Kim bilir belki de bana kızıyordu. Bu halde olduğum için, kendimi fazla üzdüğüm için. Aklımdaki düşünceleri bir kenara atıp rüzgarı her hücremde hissetmeye çalışmıştım. Saçlarımın her telinde, kirpiklerimde, parmaklarımın uçlarında ve bütün bedenimde. Bir süre sonra vücudum titremeye başlamıştı. Üşüyordum artık. Üzerimdekiler beni ısıtmaya yetmiyordu ve en önemlisi ihtiyacım olan kişi şuan yanımda değildi. O, beni sarıp sarmalamıyordu. Belki bana sarılsaydı üşümezdim. Kendimi bu uçuruma düşmüş gibi hissetmezdim...
---Jimin---
Birçok kez arasam da ulaşamayınca huzursuz olmuştum. Neden açmıyordu telefonunu? Birkaç kez çalmıştı ama son aramalarımda telefonu kapalıydı. Ne kadar düşünmek istemesem de aklıma gelen kötü düşünceler beni daha fazla rahatsız etmeye başlamıştı. Odamda neler yapabileceğimi düşünürken bir o yana bir bu yana adımlayıp duruyordum. En sonunda burada beklemenin bir anlamı olmadığına karar verip şirketten ayrıldım. Arabama binip otoparktan ayrıldıktan sonra fazla kalabalık olmayan caddede ilerlemeye başladım. Ne yapacaktım şimdi? Nereye gidecektim?
En sonunda aklıma Min Jung gelmişti. Araba sürmeye devam ederken telefonumdan numarasını bulup aramıştım. Kısa bir süre sonra aramayı cevaplamıştı.
(Min Jung)- Efendim Jimin?
(Jimin)- Neredesin Min Jung?
(Min Jung)- Evdeymi. Bir sorun mu var? Sesin iyi gelmiyor.
(Jimin)- Min Ji ile konuştun mu bugün?
(Min Jung)- Ah! Bende sana soracaktım. Bugün randevumuz vardı ama gelmedi. Gelemeyeceğini de söylemedi. Kıza çok mu iş veriyorsun Park Jimin?
(Jimin)- Yani bugün hiç konuşmadın?
(Min Jung)- Aradım ama telefonu kapalıydı. Ne oldu Jimin?
(Jimin)- Min Ji gördüklerini yanlış anladı. Şimdi de ona ulaşamıyorum. Nereye gider sence? Sık sık gittiği bir yer var mı?
(Min Jung)- Ah! Bilmiyorum. Evden pek çıkmıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Stockholm & Filofobi
FanfictionStockholm Sendromu: Katiline aşık olmak. Filofobi: Aşık olmaktan korkmak. İki tür hastalık ve bu hastalığa sahip olan iki kişi. Birbirleriyle karşılaşırlarsa peki, ne olacak? Gelin Stockholm Sendromu ve Filofobi hastalığına sahip olan bu iki kişini...