Taner Cephesi...
Beynim aynı soruyu yineleyip duruyor. Tekrar... ve tekrar... ve tekrar...
"Lanet olsun, ben nereye düştüm?"
Balkondan sarkarken beni gözleriyle tüketen esmer kıza inanamayarak bakıyorum... Babamın devrem dediği adam, düşerse tam tepesine denk gelecek olan kıza sinirleniyor.
- Sevil, gir içeri! Kızlara söyle, gelip misafirlere hoşgeldin desinler.
Kızın adını duyduğuma memnun oluyorum. Benimkinin adı Işık. Az önce kapıdan bakan çimento kamyonundan sonra bundan da yırtmış oldum. Ya daha da beterine denk gelirsem ne olacak?
O arada herhalde bize açıklama yapma ihtiyacı hisseden sarışın bir kadın lafa karıştı.
- Efendim, bu bizden değil, komşunun kızı..
Kadın kendi yaşına göre tam bir afet. Benim asla olgun kadınlara merakım yok ama göze hitap ettiğini yadsımıyorum. Annemin de gözünden kaçmıyor. Saadettinciğini kıskanmış olsa gerek, bir anda tersleniyor.
- Siz kimdensiniz canım?
Nar çiçeği elbisesinin açıkta bıraktığı, en ufak bir sarkma olmayan kollarını uzatarak annemi sarılmaya zorluyor. Kırmızı da yakışmış yani ne diyeyim.. Billur Hanım'ın yanakları niyetine atmosfere öpücükler atıyor. Kadınların bu sahte öpüşmeleri sinirimi bozar, insan gibi tokalaşın işte madem samimi temaslara tahammülünüz yok. Sahte sarılıp sahte öpüşen kadın bir yandan da hafiften cilvelenerek kendini tanıtmayı ihmal etmiyor.
- Hoşgeldiniz canım. Ferhunde ben, Işık'ın halasıyım.
Hala.. Bak bu önemli işte. Malum kız halaya oğlan dayıya çekermiş. Öyleydi değil mi o laf? Öyle olmalı çünkü ben Ferhat Dayıma benziyorum. Bu durumda Işık Hanım'ın da halasına benzediğini umabiliriz. Eğer öyleyse babama bir değil on torun feda olsun... İçimin sıkıntısı biraz azaldı sanki.
Gerçi düşününce en büyük risk kızı beğenip hemen gevşemek, içli dışlı olmak. Yani ben onun içini ısıtırım ısıtmasına ama o benim dışıma karışamayacağını bilmeli. Babamla anlaştık diye kimseye sevgi, saygı, sadakat sözü vermiyorum ben. Anlaşma nikah kıymak ve çocuk yapmakla sınırlı. Böyle söyleyince kulağa hoş geliyor. Hatun tipsizin teki çıkmasın da...
Devre Bey Amca bana dönüp "Hoşgeldin Taner oğlum." diyerek elini uzatıyor. Sanki öpmemi bekler gibi avucu yere dönük... Ben pabuç bırakmam böyle şeylere. Elini kuvvetle avuçluyorum. Adam da zorluyor ama benim gücüm ağır basıyor, bileğini döndürüp kendi elimi üste getiriyorum tokalaşırken. Suratı değişiyor ama çaktırmamaya çalışıyor. Boyumun avantajını kullanıp tepeden bakıyorum. Kayınpeder adayımla ilk güreş müsabakamızdı ve ben galibim. Umarım tekrarı olmaz çünkü itiş kakış hiç sevmem.
- Biz size geldiğimizde Taner pek küçüktü. Sen hatırlıyor musun, Sema Hanım, kaç yaşındaydı?
Kayınvalide Sema Hanım, gençliğinde güzelmiş belli ki. Koyu saçlı, ela gözlü. Kayınpeder ve kızkardeşinin aksine ufak tefek zarif bir kadın. Sıkıcı bir hali var, içi geçmiş, belli... İsteksizce "Herhalde üç yaşındaydı. Işık yeni yürüyordu o zaman." diye cevap veriyor kocasına. Beden dili durumdan hiç memnun olmadığını o kadar net gösteriyor ki bu evliliği benden bile çok kaynanamın istemediğine hemen ikna oluyorum.
- Doğrudur. Işık ile araları iki yaş zaten.
Babam hemen bilimsel açıklama getiriyor mevzuya. Mühendis adam ne de olsa. Bebek yürüyorsa bir yaşındadır, iki de oradan ekle, etti mi üç? Tebrikler, biz böyle mühendis zekasına haiz değiliz. Boğaziçi'ni dereceyle bitirsek, Harvard için eğitim bursu bulmuş olsak dahi bir mühendisin tırnağı olamayız Saadettinciğimin gözünde. Keşke onları da okumasaydım. Sonuçta babama tek faydam Işık gelinine kocalık yapmak olacaktıysa diplomasız da üstlenebilirdim o vazifeyi. Damızlık gibi... Ne müthiş... Sahi bu kız ne mezunu acaba? Babamın takdirini kazandıysa kesin bir şey mühendisidir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
IŞIKTAN
General FictionTAMAMLANMIŞ HİKAYE Bu bir dik duruş hikayesi olmalı. Bir kadın ve bir erkeğin diğerinden bağımsız varoluşlarının hikayesi. Ama ya bir de çocuk varsa... İki noktayı bir üçgen haline getiren üçüncü nokta... Bir aile, bir aşk üçgeni... Ya da hiçbiri...