Doğumhanenin kapısı tekrar açıldığında kucağında pembe bir battaniyeye sarılı bebekle hemşire hanım göründü. Kerem bir an elini kolunu nereye koyacağını bilemedi. Acaba bu Sinem miydi? Belki doğum yapan başka birinin bebeğiydi... Ama doğumhanenin önünde sadece kendileri vardı değil mi? O zaman bu Sinem'di.. Biri bir şey söyleseydi ya...- Kerem, alsana oğlum kızını, az daha durursan ben alacağım..
Kerem, Tan'a şaşkın bir bakış attı, sonra kocaman gülümseyen hemşirenin kucağındaki bebeğe uzandı. Açıkçası nasıl tutacağını bile bilmiyordu. Ne olurdu ki işlerden biraz zaman ayırıp Filiz'le beraber doğuma hazırlık kursuna gitseydi.. Bebeği düşürmeyeceğinden emin olunca yüzüne yaklaştırdı ve kokusunu içine çekti. Cennette miydi? Bu mükemmel bir andı.. Her şeyiyle kusursuzdu.. Kendisini hiç bu kadar iyi hissettiği olmamıştı..
Başını kaldırdığında Tan'ın da yüzünde derin bir ifadeyle Sinem bebeğe baktığını gördü. Elbette ki genç adam da kaybettiği kuzenini, çocukluk arkadaşını bu küçük bebekte arıyordu. Sinem yaşasaydı şimdi küçük Sinem'in halası olacaktı, belki o da tam burada duruyor olurdu. Gözleri kesiştiğinde Tan'ın da aynı şeyi düşündüğünü biliyordu Kerem..
- Müsaadenizle bebeği alayım, annesi odasına geçince getiririm.
- Filiz nasıl hemşire hanım?
- Birazdan çıkar, merak etmeyin..
Kerem, Sinem'i teslim ederken biraz isteksizdi. Tan ve Işık genç adamı baba olduğu için tebrik ettiler ama üçünün de aklı başka yerlerde gibiydi.
Saat bir sularında hepsi odadaydılar. Süit odanın oturma kısmında bekleyen Tan, Filiz'in temizlik, giyinme ve emzirme süreçlerini ikinci dünya savaşı ile ilgili bir belgesel izleyerek geçirdi. Işık karı kocayı biraz kızlarıyla başbaşa bırakıp yanına geldiğinde kumandayı alıp televizyonu kapattı.
- Nasıllar? Bebek beslenebildi mi?
- Şimdilik çabalıyorlar. Emerken uyuyakalıyor..
Tan güldü. O kadar sıcak bir ifadesi vardı ki Işık onun, Ozan'ın doğumunda yanında olduğunu hayal etmekten kendini alamadı..
- Sen eve git istersen. Ben kalmak istiyorum.
- Ben de buralarda duracağım. Bir şeye ihtiyaçları olabilir. Kerem de yorgun hem.. Biraz dışarı gelsene.. Kafeteryaya gidip bir şeyler içelim..
- Tamam..
On dakika sonra, ellerinde birer fincan yeşil çayla terasta sessizce duruyorlardı. İlk konuşan tahmin edilebileceği üzere Tan oldu.
- Filiz ve Sinem sağlıklılar.. Şimdi artık benim için bir cevabın olmalı. Bu kesinlikle bir işaretti Işık. Doğum başlı başına bir mucize ve dua ettiğimiz anda böyle bir mucizeye tanıklık edişimiz.. Yıldızların bize çizdiği yolda birlikte yürümeliyiz. Sen, ben, Ozan.. Belki doğacak başka çocuklarımız..
- Tan, acele etme lütfen, düşünmem için bana fırsat vermelisin. Şu an aklım karışık ve yorgunum.
- Kaçak dövüşüyorsun Işık.. Sen de istiyorsun. Aile olmak istiyorsun. Yeniden anne olmak istiyorsun. İnan bana bunları istemenden daha normal bir şey olamaz. Ve bunları benimle birlikte istiyorsun. Bu da kesinlikle acizlik ya da gurursuzluk değil. Lütfen kendinle savaşmaktan vazgeç artık aşkım.. Kadınım.. Işığım..
Tan konuşurken ellerindeki fincanları alıp terasın korkuluğuna koymuş, kıza bir nefes mesafesinde yaklaşmıştı. Son kelimeleri söylerken dudakları birbirine değecek kadar yakındı. Elleri kızın yanaklarını bulduğunda Işık da kendininkilerle genç adamın bileklerini kavradı. Birkaç saniye öylece kaldılar, her ikisinin de aradaki mesafeyi kapatmaya yeltenmediği ve her biri bir yıl gibi geçen birkaç saniye... Sonra Tan bir elini karısının ipek saçlarının arasından geçirdi, diğeriyle belini sardı ve dudaklarına kapandı..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
IŞIKTAN
General FictionTAMAMLANMIŞ HİKAYE Bu bir dik duruş hikayesi olmalı. Bir kadın ve bir erkeğin diğerinden bağımsız varoluşlarının hikayesi. Ama ya bir de çocuk varsa... İki noktayı bir üçgen haline getiren üçüncü nokta... Bir aile, bir aşk üçgeni... Ya da hiçbiri...