Bölüm 24

19.3K 1.3K 372
                                    

Merhaba komşular, hızlı yazınca bölüm bitti, kısa oldu ama Taner Cephesi için yeterli şimdilik. İki günde iki bölüm biraz idare ediniz, bir sonraki bölüm daha uzun olacak tabii ki ama haftaya gelir artık. Görüşürüz.. Ha bu arada soranlara tek tek cevap verdim ama genele de söylemiş olayım. An itibariyle güncele altı yıl var, ortalama altı bölüm sürer gibi düşünün tamam mı? Yani üç hafta gibi bir şey, bilemedin dört..

Taner Cephesi

29 Kasım 2011, Kanada

Aylardır kuzey kutbunda petrol şirketinin sondaj çalışmalarına karşı eylemdeyiz. Kış şartlarının bastırmasıyla beraber hareket kabiliyetimiz kısıtlanınca ister istemez Kanada'daki merkezimize dönüyoruz. Amsterdam'dan gelen mesaj doğrultusunda ekibimiz en kısa zamanda, buradan Güney Amerika'nın yağmur ormanlarına hareket edecek. Fosil kaynaklı enerji tröstlerinden sonra ağaç katillerine karşı mücadele edeceğiz. Boş durmak asla yok. Biz barışın savaşçıları, her an, dünyanın her köşesinde doğa ve tüm canlıların geleceği için eylem halindeyiz.

Katmandu'da geçirdiğim aylar benim için verimsiz olmaya başlamıştı. Paramahamsa Rajeesha, içimdeki öfkeyi yenemediğimi çünkü benim savaşçı bir ruhum olduğunu anlattı bana. Hayatımda kavga etmediğimi söylediğimde ise "Savaşçı, insan dövmez, mücadele eder." dedi. Sonra babama karşı şekillendirdiğim mücadeleci ruhumu evrene zarar veren kötülüklere yönlendirebilmem için beni Dünya Barışı Örgütü'nün lideri olan eski bir öğrencisiyle tanışmaya, Amsterdam'a yolladı. Ve o zamandan beri bir barış savaşçısıyım.

İlk eylemimiz yine yağmur ormanlarındaydı. Günlerce bir ağaca zincirli kalmıştım. Bu süre boyunca ağacın ruhunu, yaşam enerjisini hissettim dostlar. O ormanlar dünyadaki yaşamın başlangıcından beri oradalar ve bizim hayat kaynağımız onlar. Ormanların yok edilmesi demek, doğanın, oksijenin, binlerce canlı türünün, dengenin yok edilmesi ve zorbalığın, benmerkezciliğin, doğa düşmanlığının kazanması demek. Dörtyüzmilyon yıllık evrimin bir testere darbesiyle yok edilmesi maalesef dünyamızın gerçeği.

Amazon ormanlarından Afrika'ya geçtik, ekolojik denge oluşturma çalışmalarına destek olduk. Bu eylemler belki kapitalizmin vahşi çarklarını kıramıyor ama amacımız sizlerde bir farkındalık  yaratmak, belki gelecek nesillerde, sizlerin çocuklarında oluşacak daha yaygın bir çevre bilinci en azından elimizde kalan doğal alanların korunmasını sağlayabilir. Bu arada ben de gerçek hayatı görmüş oldum tabii.

Afrika gerçek bir yaşam dersi. Orada açlık, hastalık, savaş, vahşet, her türden kötülük ve beşikteki bebekten gencine yaşlısına herkes için ölüm etrafta kol geziyor. Gördüklerimi anlatmam imkansız, gerçekten, bilin ki çok geceler kabuslarıma giriyor. Bir çocuğum varsa eğer, bu soğuk mevsimde sıcak yuvasında ayağına taş değmesine izin verilmeden, sevgiyle sarmalanmış halde büyüyor olmalı ama oradaki çocukları unutamıyorum. Afrika'nın sıcağıyla, yağmur ormanlarının aşırı nemli, hastalıklı havasıyla ya da kutupların dondurucu soğuğuyla mücadele ederken gözümün önüne o bebekleri ve annelerini getiriyorum. Yavrusunu doyuramayan, koruyamayan bir annenin gözlerindeki çaresizliği hiç bir lisandaki hiç bir kelime anlatamaz, görmeden anlayamazsınız, mümkün değil. Ben gördüm ve hissettim. Onların hayatına az da olsa dokunabilmek, belki gelecekte bir nebze olsun daha iyi koşullarda yaşamaları için bir katkıda bulunmak, şu değersiz varlığıma anlam katan tek şey belki.

Böyle baktığımda ebeveyn olmanın sorumluluğunu daha net görebiliyorum. Ben babamdan bir sevgi bir takdir görmediysem de en azından 'baba olunca anlarsın, ben her şeyi senin için yapıyorum' derken ne kastettiğini anlayabiliyorum. İnsan, evet, dünyadaki bütün imkanları evladının ayakları altına sermek ister. Ama bunu yaparken evladına o imkanları isteyip istemediğini sorsa daha yerinde olur, o ayrı. Ben üç gün önce kuzey kutbunun soğuk sularında, petrol sondajlarının etrafında pankart açarken Saadettin'in sıcak evinde olduğumdan bin kere daha rahat, mutlu, işe yarar, kendinden memnun bir adamdım. Ben Saadettin'in beton imparatorluğunun varisi olmayı hiç istemedim ki. Onun yaptığı ve bana da dayattığı şey, insanları konserve balık gibi beton kutulara istifleyip, o kutuları göğe varana kadar üst üste dizmekten ibaret. Sorun Saadettin'e, yeşili, doğayı, hayvanların yuvalarını, kuşların göç yollarını, çocukların ayaklarının gerçek toprağa basmasını, Saadettin bunları bilmez. O site bahçesinde, beton ve kauçuk kaplama zemin üzerinde kirlenmeden, tozlanmadan oynayan çocukları bilir, gerisi onu alakadar etmez. Ama beni o şantiyelerin içine sürüklemesin. Işık'ı var onun... 

Ah işte görüyorsunuz değil mi? Yine sinirlendim. Hep o Saadettin'le gelini yüzünden. Zaten gemi koşullarında meditasyonlar çok etkili olmuyor, yaptığımız yoga da yeterli gelmiyor. Vegan da beslenemiyorum artık, gemide mecburen deniz ürünleri tüketiyoruz. Deniz havası keyifli olsa da gurumun öğretilerinden uzaklaşınca sinirlerimi kontrol etmekte zorlandığımı hissediyorum.  Ama Amazonlara gittiğimde rahatlayacağım. O bitki örtüsü, o el değmemiş doğa bana huzur veriyor. Varsın nemli, sinekli, hastalıklı olsun, orada kendimi iyi hissediyorum. Doğaya dönüyor, geçmişimi, öfkemi, her şeyi unutuyorum. Yine kendimi bir ağaca zincirler ve saatlerce meditasyon, nefes egzersizi yaparım. Bu benim gerçek mutluluğum.


IŞIKTANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin