Günaydın, bölümden önce küçük bir açıklama yapmak istiyorum, lütfen bir bakın.
Bu bölümü genellikle kendini boşlukta hissettiği zamanlarda bir dini ya da felsefi akımın peşine düşen ve o fikri herkesten fazla içselleştirme eğiliminde olan insanları düşünerek yazdım. Bu gibi eğilimler çoğu zaman çabuk tükenir ve hüsranla sonuçlanır. Tan da bir süre rüzgara kapılmış kuru bir yaprak gibi oradan oraya savrulacak.. Taner Cephesi bölümlerini bu gözle okumanızı rica ediyorum, iyi okumalar...
Taner Cephesi
22 Haziran 2009, Katmandu, NepalNamaste.. Ruhunun ışığı yolunu aydınlatsın ey arayıcı..
Katmandu'da yazlar serin oluyor. Himalayaların eteklerindeki bu tarihi tapınakta yüzlerce yıldır ruhunu özgür bırakmaya çalışan kimbilir kaç arayıcı kiraz çiçeklerinin ferah kokusuyla huzura erdi... Şehir merkezindeki bunaltıcı havanın burada olmayışı çok güzel. Şehire, kalabalığa, gürültüye hiç ihtiyacımız yok. Kendi ürettiğimiz, taş değirmende öğüttüğümüz buğday unuyla ekmek yapıyoruz, sebzelerimizi yetiştiriyoruz, temiz su kaynağımız on dakikalık mesafede, daha ne olsun ki?
Altı aydır buradayım. Tapınaktaki değerli yol göstericilerimizden biri olan Nishesh Pravin ile Jersey'de tanıştık. Sağda solda serserilik ediyor, bir kafede barristalık yaparak ihtiyacım olan parayı kazanıyordum. Sütlü çay servis ettiğim gurumuz beni görür görmez ruhumun bir yol göstericiye ihtiyaç duyduğunu hissetti ve beni alıp işte buraya getirdi. Ben de ilk görüşte gözlerindeki sevgi ve bilgelik ışığının, ruhumun karanlığını aydınlatacağını anlamıştım. Gerçekten de huzuru buldum burada. Tapınağımız geçen ay ziyarete gittiğim Tibet'tekiler kadar büyük olmasa da büyüklüğe ihtiyacımız yok zaten. Gurumuz ve onun etrafında toplanan ruhların uyumu önemli olan.
Tapınağımızda alkol, ilaç, kötü alışkanlıklar ve gece hayatı yok. Hava karardıktan sonra meditasyon yapıp uyuyoruz, sabah gün doğmadan önce kalkıp güneşi karşılama ayinine katılıyoruz. Yoga hayatımın merkezi haline geldi. Gün içindeki pek çok ayinden hariç işlerim bittiği zaman kendi kendime de çalışıyorum. Sırayla tüm çakralarımı açıp içimdeki enerjiyi serbest bırakmak buradaki herkes gibi benim de yegane amacım.
Burada herkesin bir görevi var, benimkisi en ağır işlerden biri, tapınağa temiz su getiriyorum. Su kaynağımızın olduğu kayalıklara on dakikada tırmanabiliyorum. Tapınağımızdaki en iri, güçlü kuvvetli adam olduğumdan bu önemli vazife bana ait. İlk geldiğimde kıştı ve çok zor olmuştu, üşüyordum, tırmanamıyordum, kayıp düşüyordum ama sonra alıştım. Hem bu egzersiz ne zamandır zayıf düşen bedenimin yeniden güçlenmesini sağladı. Tamamen vegan beslenmemize, sadece et değil hayvanlara ait hiçbir ürünü tüketmememize rağmen epey kilo almıştım yine.. Güçlendikçe daha çok su taşıdım, daha çok yoga yaptım, diğer arkadaşlarımın görevlerine yardım ettim. Burada işe yaramak çok güzel ama hiçbir görev yapamasak dahi hepimiz birbirimizi seviyoruz. Sevgi karşılıksızdır, tüm canlıların içindedir ve yaptıklarından bağımsız olarak bütün insanlar, hayvanlar, doğa ve evrendeki her şey sonsuz sevgiye layıktır. Yaşam enerjisi, yani 'Ki' saf sevgiden ibarettir. Sevgi aldığımız her nefestedir.. Sizi seviyorum dostlarım. Namaste..
Tapınağımızdaki öğretmenlerin en büyüğü Paramahamsa Sanjaya Rajeesha üstadımız, ki kendisi evrensel öğretileri en üst mertebelerde bilen bir kimsedir, bir gün benim hikayemi baştan sona dinledi. Kendisi algı kanalları sonuna kadar açık bir üstat olduğundan, beni günahımla sevabımla bir kitap gibi okudu. Geçmiş ve gelecek boyutlarla bağlantı kurup bana yapmam gerekenleri haber verdi.
İlk ödevim herkesle barışmak. Ve son ödevim de bu.. Ruhumun en derin noktalarında yaşadığım yalnızlığı, eksiklikleri ve kırıklıkları silmek için, o acıların mimarlarını affetmem gerekiyor. En kötü düşmanımıza sarılıp içten dostluğumuzu sunarsak ancak içimizdeki bütün enerjiyi açığa çıkarabiliriz. Yine de ben Saadettin'i affedemiyorum. Ne yaparsam yapayım olmuyor. Üstat Paramahamsa Rajeesha bu şekilde çakralarımı açıp kundalini enerjisini serbest bırakmamın mümkün olamayacağını söylese de bana içindeki tüm sevginin damlasını dahi vermeyen adamı bağışlayasım gelmiyor. Bu da benim eksikliğim ve bir süre sonra çözebileceğime inanıyorum.
Burada ruhum tedavi altında, düşünmüyorum, gerilmiyorum, sadece bedenimi çalıştırıyor, zihnimi uzun meditasyonlarla boşaltıyor, dinlendiriyorum. Bu zamana kadar beni inciten, kafamı katıştıran, belki yanlışlara sevk eden her şeyi tamamen sildim beynimden. Annem, babam, dünüm, yarınım, yaptıklarım ve yapamadıklarım yok, sadece içinde bulunduğumuz an var. Bu tapınak benim için evren, burada ya da göklerin ötesinde olmak, evrenin herhangi bir köşesinde olmak bir, bedenimin zerreleri uzay boşluğunda dağılmış gibi hissediyorum bazen, her yerdeyim ve hiçbir yerde değilim.
Tek bir mesele var aklımda çözemediğim, Işık ve bebek.. Şimdi geriye dönüp baktığımda o gece ve öncesinde olan her şey karmakarışık geliyor bana. Evet, ben benmerkezci ve şımarık bir adamım, öyleydim. Artık o Tan'a dışarıdan bakıyorum, sanki yirmibeş yıldır bu bedenin içinde başka biri yaşıyor gibi, sanki içi boşalmış bir kabuk bu beden ve ben buraya yeni gelmiş gibiyim ama geçmişten taşıdığım iki duygu, biri Saadettin'e duyduğum öfke, diğeri bebekle ilgili merak ve endişelerim yeni beni yalnız bırakmıyorlar.
Velhasıl o gece ben, yani eski ben, ruhumu zapt eden karanlık duyguların esiri olmuştum, bağımsız hareket edemiyordum. Üstat, ilaçların beyin kimyamı alt üst ettiğini, beni kötü bir adam olmaya zorladığını, tam arınabilmem için belki aylar belki de yıllar geçmesi gerekeceğini söyledi. İçimde bir ses geri dönüp sorumluluklarımı üstlenmem gerektiğini ısrarla fısıldıyor kulağıma ama üstadımın sözünü dinleyeceğim. Tam tedavi olacağım, bu boş kabuğu tamamlanmış, gerçek bir ruhla dolduracağım, ancak ondan sonra bir çocuğa baba olabilirim belki. Şimdi değil, şimdi hala eksik hala kırık hala öfkeliyken değil.
Işık ne yaptı, ne hissetti bilemiyorum, ona son söylediğim şey doğru değildi, beni aldatmış olması neredeyse imkansız, esas onu Selin'le muhatap ederek yanlışın büyüğünü ben yaptım ama ne olursa olsun Saadettin'le bir olup beni hiçe saydığını, anlamaya çalışmak yerine bırakıp gittiğini unutamıyorum. Ben kötüydüm evet, ama hastaydım, ilgiye, şefkate ihtiyacım vardı. Birinin, hatta herhangi biri değil, karımın, kadınımın beni anlamasına, sahiplenmesine muhtaç haldeydim. Ben Işık'a bağlanmaya hazırdım, o beni itmeseydi eğer.. Üstat diyor ki ben aşka muhtaçmışım, enerjimi tamamlamak için yoğun bir duygu yaşamam gerekiyormuş ama öyle hissediyorum ki ben Işık'la o yoğunluğa ulaşabilecekken yarım kaldığım için bundan sonra tekrar o noktaya gelemeyeceğim.
Işık ile yaşadıklarımız bir yana, bebek bütün olayların dışında, her şeyin en güzelini hak eden masum bir varlık. Ona koşup babası olmaya çalışsam eksik kalacağımı biliyorum, o yüzden diliyorum ki annesi yeterince güçlü olsun ve çocuğumuza iyi baksın. Işık çok akıllı ve sorumlulukları seven bir kız. Herkes onu seviyor ve destek oluyordur eminim. Arkamdan konuşulanları, edilen bedduaları merak dahi etmiyorum. Tek istediğim geride bıraktıklarıma sahip çıkmaları. Ben bir gün kendimi yeterli hissettiğimde gideceğim. O zamana kadar da her konsantre olduğumda içimdeki tüm sevgiyi bebeğime gönderiyorum.
Sarvesham shantir bhavatu, huzur bizimle olsun dostlarım..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
IŞIKTAN
General FictionTAMAMLANMIŞ HİKAYE Bu bir dik duruş hikayesi olmalı. Bir kadın ve bir erkeğin diğerinden bağımsız varoluşlarının hikayesi. Ama ya bir de çocuk varsa... İki noktayı bir üçgen haline getiren üçüncü nokta... Bir aile, bir aşk üçgeni... Ya da hiçbiri...