Bir organizasyon şirketi tarafından satın alınıp uygun şekilde restore edildiğinden beri düğünlere ve partilere ev sahipliği yapmakla meşgul tarihi tekne altıyüz kişilik davetli kapasitesinin biraz üstüne çıkmış gibiydi. Çoğu Billur'un az bir kısmı da düğünde dahli bulunan diğerlerinin davetlisi olan konuklar heyecanla gelin ve damadı bekliyorlardı. Yılın en sansasyonel düğününü özel kılan şey beklenmedik oluşuydu elbette. Ne Tan'ın evlenme niyeti duyulmuştu ne de gelini önceden bir gören, duyan olmuştu.Nikaha dakikalar kala herkesin bir derdi ya da meşgalesi vardı. Kendince en önemli sorumluluğu da Saadettin üstlenmişti, daha bir gün öncesinde oğlu olacak ruhsuzla tatilde olan Selin'i tekneden uzak tutmak için kızın peşine bir sürü adam takmıştı. Allahtan zavallı kız evindeydi ve kapıcının söylediğine göre ağlamaktan helak olmuş haldeydi. Bu vartayı atlattığına sevinen adam, karısının teknede düğün fikrini, damadın eski kırıklarına karşı bir önlem olarak düşünüp düşünmediğini merak etmişti doğrusu. Nikahı basmaya yüzerek gelecek halleri yoktu ya...
Tan dünden beri aklını kurcalayan konuyu düşünüyordu yine. Ne zaman mühim bir karar alsa bozacak bir şey çıkıyordu. Semih denen gerizekalı akşam akşam kuyuya bir taş atmıştı şimdi çıkarabilirsen çıkar yani.. Tam Işık'a güvenip evlilik çatısı altında düzgün bir ilişki yaşamaya heveslenmişken ortaya sürdüğü şeylere inanmasa da aklı bulanmıştı ister istemez.
Halaoğlunun iddiası Işık'ın gizli saklı ilişkiler yaşadığı yönündeydi. Tabii bu iddiaları Tan'ın, nişanlısına iftira attığı gerekçesiyle üstüne yürüdüğü anda ortaya sürmüş olması manidardı ama aslı var mıydı, işte orası bilinmezdi. Semih, Işık'ın İngiltere'de o herifle sık sık buluştuğunu söylüyordu ama asıl iddiası kızın okulda, dans klübündeki hocasıyla fazla samimi olduğuydu. Halaoğluna göre, kendi gözüyle görmese de görenlerden dinlediği kadarıyla Metin denen adamla ilişkisi vardı genç kızın. Tan karakter olarak böyle bir şeye çok ters bakacak biri değildi. Nihayetinde geçmiş geçmişti ve önemli olan bugünden sonrasıydı. Ama içindeki sıkıntıyı bastırmak zor geldi genç adama. Elindeki bardaktan koca bir yudum aldı önce. Sonra kalanını kafasına dikti.
Billur damat için tahsis edilen kamaraya girdiğinde genç adamı fondip yaparken gördü.
- Tan ne oluyor Allah aşkına? İçme şunu, ilaçlarınla beraber içemeyeceğini bilmiyor musun?
- Tek kadeh aldım anne. Bir şey olmaz, merak etme.
- Papyonun neden yamuk? Gel buraya düzelteyim.
Billur, yelekli, boyun bağlı damatlıklar yerine sade ama şık bir smokini tercih ederek klasını konuşturan oğluna hayranlıkla baktı. On tane daha doğursaydı daha yakışıklısı olmazdı herhalde, bu nasıl tatlılıktı canım? Boyu bosu, endamı, gözü kaşı derken kanı kaynayan kadın yanaklarına uzanınca Tan kendini geri çekti.
- Anne durur musun, lütfen..
- Ay hep dur anne, dur anne!... O kıza sevdireceksin değil mi kendini? Ben neden birazcık mıncıklayamıyorum oğulcuğumun tatlı yanaklarını?
- Billur Sultan, yirmi yıl öncesinde kalmışsın sen.. Benim yanaklarım tatlı falan değil artık. Hem Işık'la ne derdin var senin? Uğraşma kızla.
- Ay bir de savunur olmuş o kızı.. Pek kıymetli karına ne dedimse sanki.. El kızı anneyle bir olur mu hiç? Ne demişler, ana gibi yar olmaz, Paris gibi diyar olmaz...
Tan kahkahalarının arasında ''Paris mi?'' diye sormakta güçlük çekti.
- E tabii. Bağdat da neymiş? Hep savaş, hep yıkıntı, döküntü.. Neden kendimi orayla bir tutayım ben? Paris gibi kadınım, ışıl ışıl, romantik, şık ve elit...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
IŞIKTAN
General FictionTAMAMLANMIŞ HİKAYE Bu bir dik duruş hikayesi olmalı. Bir kadın ve bir erkeğin diğerinden bağımsız varoluşlarının hikayesi. Ama ya bir de çocuk varsa... İki noktayı bir üçgen haline getiren üçüncü nokta... Bir aile, bir aşk üçgeni... Ya da hiçbiri...