Bölüm 17

20K 1.4K 186
                                    


Güneş batarkan Ortaköy Sahili iyice serinledi. Başka zaman olsa kıza balık ekmek ısmarlardı Metin, ama şimdi daha hijyenik ve sıcak bir yere gitmesi gerektiğini düşünüyordu. Mesela eve...

- Kızım eve gitmeyeceksen gel bana götüreyim seni. Çorba, makarna, salata falan yeriz. Üşüyeceksin bak hasta olursun sonra. Işık, kime diyorum?..

Mesaisi bitip yanlarına koşan Filiz karşıdan el salladı, sonra koşarak gelip Işık'a sarıldı.

- Ne yaptınız, bir şeyler yediniz mi?

Işık'tan cevap alamayıp Metin'in kaşını gözünü oynattığını gören Filiz konuşmaya devam etti.

- Annecikler aç durmaz bir kere. Ablam bulantısı olduğu halde günde otuz kere yemek yiyordu. Senin miden de sağlam. Ne diyeceksin yeğenime, doğup da 'anne neden beni aç bıraktın' diye sorduğunda? 'Baban kaçığın tekiydi, o yüzden ben de seni kendi haline bıraktım' mı diyeceksin?

Filiz'in sözleri kızın kendini suçlu hissetmesine yol açtı. Tabii ki bebeğini kendi haline bırakacak biri değildi o. Karnında canlı bir insan vardı, Işık'ın oğlu. Bir an önce toparlanıp anne olabilmek için ne lazımsa yapmalıydı. Ama önce gerçekten de yemek yemeliydi.

Üçü ev yemekleri yapan temiz bir lokantaya gittiler, canı sıkkın olduğunda pek bir şey yiyemeyen Işık bebeği için çorba, salata ve biber dolması aldı. Zorlaya zorlaya hepsini bitirdi. Akşam saat dokuz gibi kendini eve gidip Tan ile yüzleşmeye daha bir hazır hissediyordu. Metin kızı eve bırakırken elini kuvvetle sıkıp şans diledi. Sonra güçsüz adımlarla bahçeye giren Işık, isteksizce kapıyı çaldı.

😞😞😞

Tan, hayatından nefret eder hale gelmişti. Manzara da bedeninden kopup uzaklaşmak arzusuyla dolan ruhunu daha çok boğuyordu. Işık'ın yalvarışlarına aldırmadan dönüp gitmesi, onu o halde bırakıp bir daha yanına uğramaması öyle zoruna gitmişti ki kızdan içtenlikle nefret eder olmuştu. Boğaz'ın puslu havasına daha fazla tahammül edemedi, kalkıp yüzünü yıkadı. Kendini berbat hissetse de düne göre daha iyiceydi sanki, en azından elleri titremiyordu. Midesindeki boşluk küçük seslerle kendini belli edince üstüne bir şeyler giyip aşağıya indi.

Billur, platin sarısı saçlarını kibar bir topuz yapmış, zarif bedenini daha da ince gösteren lacivert etek ceket takımıyla belli ki dernek toplantısından geliyordu. Merdivenleri tırmanırken karşılaştığı oğluna bir an hayretle baktıktan sonra koşar adım yaklaşıp sarıldı kadın.

- Aman benim tatlı oğluşum kalkmış da, odasından çıkmış da, annesinin yanına mı geliyormuş?

- Anne, geri giderim bak.. Çıldırtmasana adamı.. Bebek miyim ben?

- A a?! Anneye denmez öyle şeyler.. Gel bakayım benimle salona.. Fitnaaaat!.. Fitnat, oğluşuma kahvaltı hazırlayın hemeen!..

Tan, annesinin mıncıklarından güç bela kurtardığı yanaklarını ovuştururken ellerindeki kahvaltılıkları koştura koştura getiren kızları suratsızca izledi. Beş dakika içinde hazırlanan sofraya en son Fitnat Hanım'ın kaşarlı omleti gelip yerleşince Tan günler sonra ilk kez iştahsızca da olsa karnını doyurdu.

Yemeğini bitirip kahvesinden bir yudum alan genç adam sandalyeye yaslandığı anda salona hızlı bir giriş yapan Saadettin'i görünce suratı iyice asıldı. Babasının ifadesi de farklı değildi zaten.

- İyi, herkes toplanmış. Işık nerede?

- Gelmedi daha canım.

Saadettin arayıp uzun uzun çaldırdı kızın telefonunu ama açan olmadı.

IŞIKTANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin