Bölüm 23

22.3K 1.5K 374
                                    

19 Nisan 2010

Merdivenleri koşar adım tırmanan Saadettin, kahkaha seslerinin geldiği oyun odasına yöneldi hızla. Ne zamandır böyle enerjikti işte, Tahir Ozan'ın annesiyle oynadığı odaya giderken on yıl gençleşiyor gibiydi. Hele bütün haftasonu dede torun, kucak kucağa oynadıktan sonra Pazartesi işte geçen saatler bir zoruna gidiyordu ki, altmış yıla yaklaşan ömründe bırakın Pazartesi sendromunu, haftasonları iş olmayınca boşluğa düşen adam, kendini tanıyamaz haldeydi.

Oyun odasının kapısını, Ozan arkasında olabilir diye dikkatli bir şekilde açan Saadettin, içeride küçük oğlanla top oynayan tuhaf üçlüyü selamladı. Işık, Billur ve geçirdiği burun ameliyatının izleri tamamen görünmez hale geldikten sonra, ki masrafları gerçekten de Saadettin karşılamıştı, daha da yakışıklı olan Metin içtenlikle selama karşılık verdiler. Küçük Ozan herkese pozitif enerji yayıyordu. Onunla beraberken mutsuz olmak imkansız gibiydi. Çok tatlı, çok akıllı, güler yüzlü bir çocuktu. Çok seviliyordu ve sevildiğini biliyordu.

Annesinin kucağından dedesine, ağzındaki tek tük dişlerini göstererek gülen Ozan, koskoca adamın dizlerinin üstüne çöküp kollarını açarak 'gel dedeye' demesi üzerine önce birkaç adım atmaya çalıştı, sonra emekleyerek aradaki mesafeyi kapattı ve Saadettin'in kucağına tırmandı. Birlikte çok sevimli göründükleri muhakkaktı. Öyle ki Billur sık sık 'bana şımartma diyene bak' diye düşünür olmuştu.

Metin, bebek dünyaya geldiğinden beri evin müdavimlerinden olmuştu ve bu konuda tek değildi. İşinden fırsat buldukça Filiz, hafta sonları Bursa'dan İstanbul'a koşarak gelen Bahar, Güneş ve Sevil, Işık'ın dayısı ve ailesi, Billur ve Saadettin'in yakın  akrabaları sık sık yalının kapısına dayanıyorlardı. Ozan da sevgi paratoneri gibiydi, kocaman mavi gözleri, kulaklarının etrafında kıvrılan koyu kumral saçları, pembe beyaz teni, güleryüzüyle dünya sevimlisiydi. Bebeğin hayranları her fırsatta ellerinde hediyeler, oyuncaklarla eve doluşuyorlardı hele iki gün önce kutladıkları doğum gününde, ev iğne atsan yere düşmeyecek hale gelmişti. Bu sevgi çemberi içinde Ozan hiçbir şeyin eksikliğini çekmeden büyüyordu.

Işık da hayatından gayet memnundu, oğluna yoğun bir aşkla bağlıydı, destekleyeni çok olunca da annelik de zor gelmemişti, ilk aylar gece uyanmaya alışmak biraz güç olmuştu ama Ozan'ın uykusu düzene girince bir problem kalmamıştı işte.

Altıncı ayda ek besinlere geçince yarım gün şirkete gitmeye başladı Işık. Bebeğinden ayrı kalmak hoşuna gitmiyordu ama ev ortamından çıkmak da rahatlatmıştı kızı. İşe kendini zorunlu hissettiği için gidiyordu, yoksa bebeğini bırakıp dışarıya, gezmeye yalvarsalar da gitmiyordu. Zaten Saadettin de, kız bebeğine aşırı bağlandı diye şirkete gelmesini istemişti. Yoksa bir süre daha idare ederdi.

Şimdilerde Işık şirkette birkaç saat kalıyor ama evden de çalışıyordu. İş dışında dışarıya bebeğiyle çıkıyor, dolaşıp, hava alıp dönüyordu. Ara sıra da milongaya gidiyorlardı. Zaten Saadettin, Metin'i maaşa bağlamıştı. Genç adam, kızın yaşam koçu olmuştu, dans, zumba, pilates, canları ne isterse yapıyorlar, üstüne özel tarif meyve suyu karışımları içiyorlardı. Velhasıl 'Hayat Işık'a güzel' desek çok yerinde bir tespit olurdu herhalde.

İşin enteresan tarafı ne yakın çevreden ne de camiadan hiç kimse çıkıp da 'Bu Tan neredeymiş canım?' diye sormuyordu. Herkeste bir kabullenmişlik, hatta bir umursamazlık vardı, sanki Işık evin kızıydı, çocuk da öyle kendiliğinden oluvermişti. Billur'un korkusunun aksine, önemsenecek bir dedikodu dönmemişti ortalıkta. Kimse Şahinsoy Yalısındaki durumu irdeleme ihtiyacı duymamıştı. Tan'ın huyu suyu biliniyordu, öylece çekip gitmesine kimse şaşırmamıştı. Işık etrafta sevilmiş, girdiği ortamlarda ilgi görmüştü, bebeğin hayranı zaten çoktu, bu gayet sevimli ikilinin benimsenmesi hiç zor olmamıştı.

IŞIKTANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin