Hüzün daldan dala kondu. En son koynumda durdu. Koynumda benimle beraber yaşadığı her saniyede, yüzümdeki gülümsemeler uzaklaştı tek tek. Ardından, güven uçtu. Acılar, her yanıma iğneler gibi battı. Üstüm başım hüzün kokuyordu. Dudaklarım hüzünü besliyordu. Kalbim, durgun bir deniz gibiydi. Deniz o kadar büyüktü ki... kalbim ise büyük bir durgunlukla dalgalanıyordu.
Karşımda yanan odama bakıyordum. İtfaiye gelmiş yangını söndürme girişimindeydi. Anılarım dumanla beraber gökyüzüne yükseliyordu. Bahçedeydim ve bir sandelyede öylece hayatımın yanışını izliyordum. Üzerimde örtülmüş olan ceket beni ısıtmıyordu. Karşımda yangınlar vardı ama ben buz gibiydim. Titriyordum. Gözlerim hiçbir yere bakmazken tek baktığı yer, yanıp kül olan anılarımdaydı, hiçbir tepki vermiyordu, öylece izliyordu.
Boşluk, içi dolu boşluk. Ne ile dolu olduğunu bilmesemde boşluktan başka hiçbir şeye benzemiyordu. Adı boşluktu o hislerin. Acı; boşuktu. Susmak, boşluktu. Ağlamak, boşluktu. Sevmek, boşluktu. Gözler... Boşluktu. Boştu. Neye elimi uzatsam kırılmaktan başka hiçbir işe yaramıyordu. Sanki elime aldığım herşey önceden kırılmış elime tutuşturulmuş gibiydi. Onları tamir etmek ise benim yapamayacağım şeylerdi. Ellerim kan revan oluyordu, kırıklar; beni kırıyordu. Unutmak o kadar nefret edilesiydi ki! Çabalamakta buna benziyordu. Ellerini uzatıp, boşluğa yakalanmak gibi birşeydi. Gözlerim tıpkı şuanda olduğu gibi tabiri caizse, boşlukta süzülüyordu. Boşluğa doğru düşüyordu. Hislerim boştu tıpkı ruhum gibi... Bedenim boştu tıpkı ölüm gibi...
Yangınların ortasında öylece dururken, ölüm umurumda bile olmamıştı. Birileri adımı sayıklarken, sağır olmak istemiştim. İçimde ölü bir kadın vardı. Boynu büküktü bana karşı, çünkü beni tanımakta artık zorlanıyordu. O kadın; artık toprak olmak istiyordu. Ama ben her zamanki gibi inatçılık ediyordum. Onu yok etmek istemiyordum. O benim kalbimdi, yeri iyiydi. Ama o kadın huzur istiyordu. Savrulmak istiyordu. Bende savurmuştum. Huzuru bahşetmiştim. Huzuru altın tepsiyle artık ona vermiştim.
Derin bir nefes alırken ciğerlerime birşeyler saplandı. Sular yangını söndürmeye çalışıyordu evet, ama yaşadıklarımı da söndürebilir miydi? Ne yardım istiyordum birilerinden, ne de ağlamak hıçkıra hıçkıra.
Herşeyi yakıp kavurabilirim ben. Resimleri, videoları, anıları... Ama tek şeye izin vermem.
Acılarıma ve huzuruma.
Huzur benim soframdaki herşey iken; acılarım, yaşadıklarımdı. İnsan yaşadıklarını ve huzurunu kül edemezdi. Herşey şurada dursun, insan geçmişini nasıl silebirdi ki? Bende silemedim.
Acısız hayat var mıydı? Mutlu bir şekilde hayatını sürdürmüş insanlar sahiden kalmış mıydı? Acımasız hayat herkesten birşeylerini alıyordu, sorgusuz sualsiz... Bizden habersiz sevdiklerimizi alıyordu. Buna hayatın kanunu diyor bazı insanlar. Böyle hayatın kanunu mu olurdu? Sebepsiz, nedensiz aklına ne esiyorsa onumu yapacaktı bu hayat denen illet? O zaman beni niye almıyordu? Burada kalmak istemiyordum.
Umuda yolculuk ettim bir kaç kez. Umudu sevdim. Umutla dolup taştım. Umuda güvendim. Bir gün gelsin diye bekledim. Öylece izledim, umudun kapıya vuracağı sahneyi. Aklımda binlerce sahne kurdum. Savaştım umut için. Hep o anı bekledim. Bekledim ama ne gelen oldu ne de bir ışık doğdu pencereme.
Uzaktan izledim... çaresizliği seyrettim. Susturdum alışılagelmiş, düşüncelerimi. Yürüdüğüm sokaklar, ayağımın altında kaydı. Zihnimdeki herşey etrafımda dönüyorken, sessizliği seyrettim. Aslında sessizlik yoktu, herşey gürültüyle devriliyordu. Kulağımda yükselen uğultular, kulağımı sağır ediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sessizliğin Hıçkırıkları
Teen FictionGömülü anıların tekrar ortaya çıkmasıyla parçalanan kalpler. Histerik sızının damarlarından akan kayıplığın, yok oluşuyla parçalanan küçük kız ve büyümüş olan o küçük kız. **** "Kimsin sen?" Dedim işaret dilini kullanarak. Yüzüme ifadesiz gözleriyle...