28.bölüm

26 5 109
                                    

Kanım damarlarımdan çekiliyordu, tıpkı beni terk eden ve kendini bir kutuya kilitleyen hislerim gibi. Bir boşluk ki nefesimi kesiyordu. İçimde kırılan parçaları toplamıştım ama fayda etmiyordu. Derime işlemişlerdi.

Kırılmıştı aynalar, lambalar, kapılar... Ve ölmüş kalbim. Hislerim derindi ve derinde gizliydi. Bir sağlam saat gibi öylece atan kalbim vardı. Dudaklarım kilitkendi, mutluluk kilitlendi, mezar kilitlendi. Kilitli bir oda gibi...

Yüreğimden içeri birşey sızmıştı.

Gerçek.

İçeri sızıp, bakınmıştı kanayan yerlerime. Umurumda olmamıştı. Bakmamışım kimin geldiğine, görememişim gerçekleri.

Yürüdüm, gözlerimi kapatıp yanlışa doğru. Gittikçe kararan ve bitip tükenmiş kalbime yüklendim. İtiraf etmeliydim ki, ölümü öldürmek için ölmek istedim.

Yenik düşmemek için ezmek, yok etmeliydim. Tek derdim bir daha gelememesiydi kapımıza...

Ölüm aşık olmalıydı, can aldıklarına. Sevmiş olmalıydı, öldürdüklerini. Kör kütük sarhoş oluyordu ölüm.

Bende oluyordum. Bir saplantıydı bana göre. Özlem duyduğum büyük bir aşktı. Ellerimden tutup, azrailimin beni götürmesini... Bekliyordum. Beyaz bir ışığa doğru yürüyüp, bir azraile sarılmak istiyordum.

Düşlediğim bu anı istemek beni deli mi yapardı bilmiyordum. İçimdeki o ses öyle olduğunu söylese de onu anlıyordum. Korkuyordu. Korkuyordum.

Derin bir nefes daha aldığımda, olduğum yerden kımıldamamak için kendimi sabit tutmaya çalıştım. Bulutla bir gökyüzü, damlalarını akıtmaya hazırlanıyordu. Evde koyu bir sakinlik hakimdi. Karanlık bir evde, tek başımaydım. Babamla geçenlerde konuştuğumda işleri yüzünden iki günlüğüne evden ayrılmıştı.

Afak'ın beni odamda beklediği ve hiç beklemediğim şeyleri söylediği o gece ise babamın nerede olduğunu söylememişti. Babama sorduğumda ise acil bir işi çıktığını söylemişti.

Usulca pencenin pervazından kalktığımda, masama doğru yürüdüm. Usulca beynimi elinde saklayan boğuk anılar avucunu açtı ve yere doğru elini indirdi, anılar ise önümde yuvarlandı. Başımı eğip, yerdeki kilime bakmaya başladım.

Vakit sağlam bir şekilde tokadını geçirdi yanağıma. Esti ve gürledi. Kopuk ve kırık bir aynanın ayağıma battığını ve hatta derine gömüldüğünü biliyordum. Çünkü kırık camların üstünde yürüyordum. Etime gömülen her parça, yaşadıklarımın ağır kıvrımlarıydı ve bitmek bilmeyen büyük bir bulmaca gibiydi. Ayağım acıyordu. Gözlerim acıyordu.

Başımı kaldırıp odaya uzunca kendi etrafımda dönerek baktım. Ayağım altındaki yumuşak kilim her döndüğümde daha yumuşaktı. Bu da beynimin oynadığı oyunu büyük bir sakinlikle bertaraf ediyordu.

Kırık parçalar benim beynimdeydi.

Düşüncelerim et ile kemik gibi önümde dururken onları kenara itmeye çalıştım ve kahve almak için aşağıya inmeye karar verdim. Odamın kapısını açıp çıktığımda çıplak ayaklarım, yerin soğukluğuna karşı bir an durdu ama ilerlemeyecek kadar değildi. Genelde evde terliksiz gezmezdim çünkü hemen hasta oluyordum ama şu ara derdim terlik değildi. Daha önemli dertlerim de vardı.

Merdivenlere doğru yürüyüp ulaştığımda odam gerçekten çok sıcaktı. Bu odalar ise normal bir sıcaklık vardı. Merdivenleri indiğimde üstümde daha yeni algıladığım gri polarıma biraz daha sarıldım. Mutfağa girdim. Kahve makinesini gördüğümde su, kahve ve şekerini koyduğumda, düğmesine basıp, kaynamasını bekledim. Bu serin havalarda en iyi gidecek olan kesinlikle kahveydi. Düğmenin attığını duyunca ellerimi poların kollarından kurtarıp fincanıma kahvemi doldurdum.

Sessizliğin HıçkırıklarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin