Hayat sadece yaşamaktı belki. Belki de sadece eğlenmekti. Peki biz bu dünyaya neden gelmiştik? Ne için yaşıyorduk, neden acı çekiyorduk, neden hiç gülemiyorduk içtenlikle? Evet bu soruların cevabını bilmiyorduk belki ama yaşayarak öğreneceğimizi biliyorduk; ya da en azından ben biliyordum.
Artık susarak bir çok kişiye; belki de en değersiz, en kalpsiz insanlara söz hakkı veriyordum. Çekmem gereken bunlarmış deyip; konuşma yetim olmasa bile o insanlara söz hakkı veriyordum. Bu sevdiğiniz en iyi insan olsa bile, sadece dinlemek ve ona cevap bile verememek dünyada sanırım en kötü olan şeydi. Ve ben bu kötülüğü sadece kendimi üzmeye devam ederek değil, yıpranmaya devam ederek yapıyordum.
Yüreğimin dili yanıktı. O cezbedici, hayran kaldığım sesleri sönüktü. Önünü bir haydut kesmiş ve ne var ne yok toplamıştı. Cebimde ki bozukluklarımın yangınını da almış ve yangınımın fitilini yakıp ormanımı ateşe vermişti. Bozuk bir plak gibi, ardından giden yürek yangınıma bakıp ağlamıştı. Gözlerim dağılıp, ucu yanmış kağıtlar gibiydi. Meleklerimin yazdığı, acı yakarışlarımda şeytanlarımın kuklası, baş tacı olan tapılası kelimelerimin melekleriydi. Beyaz duvarda iğrenç bir resimdi hayallerim. Dört bacağından biri kırık olan sandalyemin, boş dayanağıydı. Dar elbisenin, beni sıkıca sarıp sarmasıydı, anılarım ve anlatamadığım pek çok şey.
Kuşaktan kuşağa aktarılan o güzel masalların, mutlu sonla bitmesiymiş asıl olan. Ya da anne, babalarımızın anlattığı ve kahkahalarla dinlediğimiz acı gerçeklermiş fıkralarımız. Romanların baş karakterleri hep iyi olan, kötü karakterler ise hep acıyı tadan, yıpranıp yaralayanmış. Boşluğa saplanan ve bir anı bir anını tutmayan hatalarımız ise, nerede olduğunu bilemeyenmiş.
Şuan ise tıpkı hayallerimdeki gibi nerede olduğumu bilemediğim bir yerdeydim. Pis, karanlık ve kilitli yerde, kim olduğunu bilmediğim kişiler tarafından tutsak olmuştum. Yutkunmaya çalıştığımda acı tat damağıma zehir gibi yayıldı. Neden şu anda korku hissetmiyordum?
"Harun Bey, kız yanımızda ne yapalım?"
Gelen seslerle adeta nutkum tutuldu. Aniden ayağa kalkar buldum kendimi. Burası çok karanlık olduğundan kapıyı bulmak için ellerimi ileri doğru uzatarak yürüdüm. Harun bey kim ve benden ne istiyordu? Temkinli adımlarımın sanki bağları çözülmüş, beni taşımakta zorlanıyordu. Gözlerim tedirginliğini bağırarak haykırmıştı. Kapıyı ellerimi uzattığım yerde hissedince, yine bir ses duydum ve dikkat kesildim.
"Tamam, bir şey olursa haber veririz." Yine aynı kişi konuşmuştu ve galiba telefonla konuşuyordu.
Dışarıda kaç kişi vardı? Ellerimin titremesi ve dışarıda duyduğum bu ses, beni tutup aşağı itiyordu ve bu can yakıyordu. Ellerimin titremesini durdurmak için elimi kapıya dayadım ve tırnaklarımı acıyasıya kadar bastırdım.
"Ne dedi?" Dedi diğerine göre kalın olan ses. Bu sesi şimdi duyuyordum.
"Ne desin ya, başından ayrılmayın diyor, birazdan burada olurmuş." Dedi hayıflanarak. Kulağımı kapatma ihtiyacı hissettiğimde neden burada olduğumu kendime tekrar sordum. İçimdeki küçük kız haykırarak ağlamak istiyor, büyük halim ise olayı idrak etmeye çalışıp, sakinmiş gibi rol kesiyordu.
"Niye böyle konuştun şimdi?" Dedi kalın sesli adam. Sakinliği bir tarafa koymamı isteyen küçük kızı, içimden payladım ve olayı algılamaya çalıştım. Şüpheli bir ses tonu vardı, eminim yüzünü görsem gözlerini kıstığına emin olabilirdim.
"Nasıl konuşmayayım abi, bu adam çok tehlikeli eğer kıza bir şey olursa, ebemizi siker." Sesinde hissettiğim bariz korku, sanki bana da bulaşmıştı. Sakinlik giderek uzaklaşıyordu. Gözlerimi gerginlikle karanlık yerde gezdirdim. Ettiği küfürü duymamazlıktan gelirken diğerinin diyeceği şeyi bekledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sessizliğin Hıçkırıkları
Roman pour AdolescentsGömülü anıların tekrar ortaya çıkmasıyla parçalanan kalpler. Histerik sızının damarlarından akan kayıplığın, yok oluşuyla parçalanan küçük kız ve büyümüş olan o küçük kız. **** "Kimsin sen?" Dedim işaret dilini kullanarak. Yüzüme ifadesiz gözleriyle...