Adımlarımın arkasında ilerleyen küçük kız, korkuyla arkama saklanmıştı. Gözleri bir deniz gibi durgun ama öfkesi görülür dercede dalgalıydı. Konuşmuyordu benimle ama onu anlıyordum. Gözleri onun gibi koyu, dipsiz bir kuyuydu. Ellerinde eski bir ustura ve yürüyordu bana doğru. Adımları yalpalıyordu. Kalbi soğuktu.
Kalbimde yaralanan o küçük, beni artık yok etmek istiyor gibiydi. Üstüme gelmekten ise asla çekinmiyordu.
Soğuk ve acımasızdı elleri, kirliydi ve kanlıydı. Boğazımı çoktan kesmiş ve konuşmamı engellemişti. Birşey terstti.
Koyu gözlerim, onun gözlerinin etrafında topallıyordu. Birşeyler ters gidiyordu. Ev sakindi ve soğuk. Adımlarım zaten yüremekten yorulmuştu ama yıkılmamıştı.
Uzaktan bir ses fısıldıyordu kulağıma doğru, söyle! Diyordu. Daha ne kadar direneceksin? Yerde olan gözlerimi Afak'a doğru kaldırdım. Karşılıklı birbirimize bakıyorduk.
Boğazım acıyordu ve hatta ses tellerim. Bağıramıyordum. Konuşamıyordum. Ama acıyordu işte. Hatalar üstüne hatalar yapıyordum. Ve en son ki hatamın günahı büyüktü.
"Beni duymazdan gelmeyi bırak artık." Bedeni sinirden kasılmış gibiydi.
Ses tellerini zorlamasa da, öfke hissediliyordu. Merhamet yoktu, acıma yoktu; öfke, kin, nefret vardı. Ellerini sürekli yumruk yapıp açıyordu. Ama gözlerini hiç kaçırmıyordu.
"Sana diyorum lan! Anlat." İşte bağırmıştı. Alnında beliren damar ve küçük ter damlacıkları titrememe neden oluyordu. Peki aşağıda uyuyan babam duymuş muydu? Ya da evde miydi? Neredeydi?
Buz gibi gözlerini gözlerime dikti ve daha sert bir şekilde baktı. Yutkundum, boğazım acısada bir faydası olamamıştı. Hâlâ aramızda mesafe vardı. Hareleri gittikçe koyulaşıyordu. Ve ben ona nasıl karşı koyacağımı bilmiyordum.
Daha fazla bekleyemedi ve gözlerini kaçırdı bir kaç saniyelik. Ardından tekrar bana baktığında olduğu yerde durmayı bıraktı ve üzerime doğru yürümeye başladı.
Yaklaşıp tam karşımda durduğunda, korku tüm hücremdeydi. Ve emin adımlarla ilerliyordu. Gözlerim her yeri yokluyorudu. Ölüm kokusu daha mı netti?
"Konuş." Dişlerinin arasında tısladığında, nefesi yüzüme yayıldı.
Bir bıçak kadar keskindi sesi. Gözlerimi yumdum, bir adım gerilememek için ise kendimi sıkıyordum. Kasılan bedenini hissedebiliyordum. Yüzümü tarayan o öfkeli gözlerini, sert ve hırçın bedenini.
Korktuğumu hissetmiyordum. Sadece bana karşı neden bu kadar öfkeli olduğunu çözemiyordum. Ona ne yaptığımı işe girdiği günden beri düşünüyordum. İşe girdiğinde sadece pencereme bakıyordu. Benimle sadece konuşmaya çalışıyordu ve hatta beni düzeltmeye çalışıyordu.
Umursamıyordu kiminle ne konuşup, ne konuşmadığımı. Hatta oradan kurtulup beni evime getirdiğinde bile o adamı sorgulamamıştı. Peki şimdi neden bunu yapıyordu?
Yorgun gözlerimi yüzüne diktim. Kaşları düz bir haldeyken gözlerime bakıyordu. Heybetli bedenini sıkmaktan olsa gerek gerilmişti. Boyum onun boynuna gelirken, neden? Diye sormak geliyordu içimden.
Gözlerime bakmayı sürdürürken, dudakları öfkeyle kıvrıldı. Gülüyor gibi değildi bu. Öfkesini birinden çıkarmak isteyen birinin bakışıydı bu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sessizliğin Hıçkırıkları
Teen FictionGömülü anıların tekrar ortaya çıkmasıyla parçalanan kalpler. Histerik sızının damarlarından akan kayıplığın, yok oluşuyla parçalanan küçük kız ve büyümüş olan o küçük kız. **** "Kimsin sen?" Dedim işaret dilini kullanarak. Yüzüme ifadesiz gözleriyle...