19.bölüm

40 11 9
                                    

Soğuk; öyle çok hissedilir durumdaydı ki, nefesimi titretiyordu. Kiminin bir sözüyle hissediliyordu, kiminin can alıcı bakışıyla. Soğuğun ortasında durup esen fırtınadan bir haber, neden savrulduğumu bile bilmiyordum. Çıkan kasırgalarda üşüyordum. Hortumla beraber gökyüzüne çıkıp, bir anda yere kapaklanıyordum.

Alt dudağım hızla titriyordu, dişlerim birbirine çarpıyordu. Vücudumu yalayan soğuk rüzgar ve yağmur damlacıkları daha da titrememe neden oluyordu. Yarım saati aşkın bir süreyle, Afak'ın gittiği yere bakıyordum. Ellerimi bedenime doladım ve az önce Afak'ın oturduğu yerden kalktım. Evet, yağmurun altında ve bu soğukta burada oturmuştum nedenini bilmediğim halde. Burnumu çektim ve demir kapıda olan gözlerimi ayırıp arkamı dönüp eve ilerledim. Nedenini bilmediğim bir yoğunlukla kaşlarımın ortasında ölüm çukurum oluştu.

Gelmeyeceğini biliyordum. O da gitmiş ve yalnızlığın dibini yine görmüştüm. Aslında ona alışmış ve onun sivri dili bile, artık beni rahatsız etmemeye başlamıştı ama şimdi yoktu. Madem öyleydi ben yine devam edebilirdim. Her zaman yaptığım şeyi yapıp kimseyi umursamayabilirdim. Gerçi bundan başka yapacak birşey de yoktu, öyle de yapacaktım.

Kelimeler, bir bıçak gibi keskindi, tıpkı bu halime bulamadığım boynu bükük kelimeler gibi. Adımlarım seri, bir bakıma ise durgundu. Düşüncelerim uyuşmuş, beynim ise yorgunluğu kulağıma nidalar eşliğinde iletiyordu. Hayatım ellerimden kayıyordu ve kaymakla da kalmayıp gider ayak beni de kör kuyulara ittiriyordu.

Evimin kapısına yaklaştığımda arka cebimde olan anahtarımı çıkarıp seri hareketlerle kapıyı açtım. Sızlamış ve kızarmış burnumu daha fazla tutamadım ve hapşurdum. Şifayı kapmışa benziyordum. Bunun bir kanı ise gözlerimin yanmasıydı. En sonunda açtığım kapıdan içeri girip üzerimdeki hırkamı çıkartıp elimle tuttum ve hemen odama çıktım. O kadar üşümüştüm ki sanki kemiklerim isyan bayrağını çekmiş birazdan ısınmak için bedenimden ayrılacakmış gibiydi. Dişlerimin birbirine vurmasından çenem ağrımıştı, dişlerimi hissedemez olmuştum. Odama çıkar çıkmaz kirli sepetine hırkamı ve üzerimdeki bütün kiyafetleri çıkarttım. Hemen üzerime giymek için siyah beyaz renklere sahip olan pijamalarımı ve iç çamaşırlarımı, daha doğrusu yeni olan kıyafetlerimi elime aldım. Tüm çıplaklığımla ve kıyafetlerimle banyoya girdim, hızla duşakabinin içine girdim. Sıcak suyu ılıştırıp kafamdan aşağıya dökülmesini sağladım. Bu sıcaklıkla çoktan mayışıp, göz kapaklarım direnmeyi bırakmıştı. Islak ve soğuk saçlarım, bağıra bağıra serinliğinden arınıyordu. Pusu da yatan göz yaşlarım şimdilik yerindeydi ama nedenini bilmediğim bir şekilde dolduğumu hissediyordum. Gittikçe kendi içimde bir fısıltıdan farksız yaşıyordum.

Yaşlılardan ne farkım kalmıştı? Benliğim bitmiş ve yılların yorgunluğuyla harap olmuştu. Kilolu olan kız gitmiş ve kemikleri sayılan birine dönmüştü. İçim çürümüş ve sonumu görmüştüm. Ummadık hayatım, beni yıkmış benimde yıkılan hayatımın üzerine bir bardak soğuk su içmemi beklemişti ve istediklerini de yapmıştım. Herşeyle beraber, sesim kesilmiş ve boşluğa hapsolmuştum. Karanlıktan gelen ağır ve can yakıcı seslerin canavarlardan geldiğini anlamış ama izlemeye koyulmuştum. Herkes gibi bir şeylerimi kaybetmiş, herkes gibi canavar olmuştum.

Islanan saçlarım ve bedenimle, yüzüme gelen saçlarımı arkaya ittirdim ve iki elimi ıslak duvara dayadım. Başımı eğmiş ve duvara dayamıştım. Ilık su göz kapaklarımın, dudaklarımın ve burnumun üzerinden geçiş yapmış ve yolunu bulmuştu.

Şimdi ki bitik halim yorgunlukla süslenmiş olabilirdi ama yorgunluk alıntı yapamamıştı bedenime. Beni, ben yapan suskunluk ele geçirmişti. Susmaktan korkan çok insan vardı ama onlar hâlâ nadide olan sessizliğin sesini keşfedememişti. Bir küçük hıçkırığı duyamayanlar, neyi duyduklarını bilememişlerdi. Bilselerdi eğer belki de vazgeçemezlerdi. Umut belki fakirin sofrasıydı ama doymak bilmeyen zenginler bunu bir türlü anlayamamışlardı. Ya da biz, kötü düşünceli insanlar; hep zenginleri kötü görmüş aslında kötünün fakirler olacağını düşünememiştik, belki de yibe yanılıp tam tersi olacağını düşünememiştik. Sorun şu ki; zengin fakir kavgası değildi bu, kör ve dilsizlerin kavgasıydı. Amaçsız insanların, er meydanıydı.

Sessizliğin HıçkırıklarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin