21.bölüm

23 11 10
                                    

Gördüğümüz rüyaların bazıları bir süre sonra silikleşir hafızamızdan. Önce sülietler kaybolur, sonra sesler uzaklaşır. Ezbere bildiğin ve unutmayayım diye hafızana yazdığın anlar unutulur. Geriye tek şey kalır; sessiz harfler. Hatırlarsın ama en çok da onları unutmak istersin.

Şans uğramaz olur o vakit.

Bazen ise sesler kalır geriye, kulaklarını kapatırsın ellerinle, hızla sallarsın başını sağa sola, silinsin istersin. Yine olmaz... olmadığını bile bile tekrar edersin. Gözlerin yumulur bu acıya karşı, sıkı sıkıya kapatırsın, kanadığını bilmeden. Gözlerin ağrır ama, o kelimeler zihninden uzaklaşmaz. Ne sessiz kelimelerin ardında gizlenen büyük çığlıklar susar, ne sen acının koynunda sessizliği koruyabilir olursun.

Acıyla dinlersin.

Garip bir ağrının koynunda, misafir odasının penceresinde saatlerce oturdum. Rüzgar tenimi sıyırıp, saçlarımı savurdu. Narin ve bir o kadar da güçlü ellerimin kemikleri, sızım sızım sızladı. Bu akibeti bozuk düşlerim önümde ağladı. Ayaklarımın ucları toprağa battı. Yani birşeyler oldu, kırılan, onarılan birşeyler. Saçlarımın uclarından başlayıp, bütün damarlarımda dolaştı, sonrası sızıydı. Kara günler daha da bir ağardı, zifirinin de zifirisiydi. Yani kuyunun dipleriydi. Gündüz güneşle aydınlanırken, gece yıldızlar ve ayla karardı. Günahlar hep gece yapılırken, ufak suçları gündüz ağırladı. Kıvılcımın ateşinde, kor daha da çoğaldı. Yandı, yandı ve yandı. Yüreğimizdeki sızı önce ateşti yaktı, sonra kordu azaldı. Can azaldı, kalp yok oldu. Yürekte ve içimde bir acı kanadı, kanadı ve derinleşti. Azaldı sandım ama ben yine yanıldım.

Tek bir sızı tarih olabilirdi, ama tarihler unutulmadı.

Oturduğum yerden kalkıp, yatağa ilerledim. Gözlerim puslu bir nehir gibi sakin ama gürültülüydü. Ellerim üşümüş ve kızarmıştı. Hastalığın habercisi olan bedenim kendini herşeye karşı kapatmış, boş boş oturuyordu. Yatağa uzandım ve bakışlarımı odada gezdirdim.

Sanki bir ölünün ayaklarının gölgesini kapımın altından sızan ışıktan görüyordum. Kapıyı hızla çarpıp açan ölü bir adamın sert nefeslerini hissediyordum. Bu sertliğin karşısında, tavandaki avize bütün gürülyüsüyle yere kapaklanıyor ve kırıkları etrafa saçılıyordu. Korkum ise kırılan lambanın parçası gibi etrafıma sıçramıştı. Uzun adımları, ağır bir uğultuya benzer ses çıkarıyordu. Ve ben yattığım yerden sessizce bakıp, tepkisini ölçmeye çalışıyordum ama göremediğim yüzüyle hiçbirşey anlayamıyordum.

Karşımda bulunan masanın sandalyesini çekiyor ve ağır cüssesi ile oturuyordu. Tek şeyi net görürken, karanlık yüzünden siyah olarak görülen harelerini çekmeden yüzüme bakıyordu. Sanki karabasanın akrabası gibiydi. Kulağımın derinlerinde yükselen takırtıların; aşağıdan mı, yan odadan mı ya da beynimden mi geliyor, anlaşılmıyordu. Göz göze geldiğim ölü, bir acısını paylaşır gibi hüzünle bakıyordu gözlerime. Saçlarımda sanki o ölünün parmakları geziniyor ve sanki ensemde nefesi hissediliyordu. Bakışlarında tanıdık olmayan ama bir o kadar da tanıdık gelen, geçmişi vardı. Uzaklığının aksine çok yakınımda olduğunu hissettiğim gözleri vardı. Sıcak yemeğin kışını, soğuk yemeğin yazını anımsatıyordu.

Cennetin kapıları, iki koldan da açıktı. Soğuk değil sıcaktı. Bakışlarımdaki soğukluk o sıcaklığı görünce eridi. Suları iki nehirden aktı ve yavaşça uzaklaştı. Beynimdeki sis bulutu ise gözlerimin önüne çizilen görüntüleri dağıttı. Ölü adam kayboldu ve soğuk rüzgarın hışırtı sesleriyle birlikte pencereye vurdu.

Sessizliğin HıçkırıklarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin