Zaman ilerledi, günler ilerledi ve herşey durdu. Gözlerimi kapatıp iç çektim. İnsanlar devrilen evler ve uçan çatılardan kaçmaya çalıştı. Derin bir nefes aldığımda boğazımda takılıp kalan yumrunun ciğerlerimi tıkadığını anlamıştım. Ve ben o bataktan çıkamadım. Kömür işçileri gibi gece ve gündüzleri bir madenin içinde öldüm ve cesedimin izine rastlanılmadı. Hafif bir yorganın altında nefessiz kaldım ama kimse anlayıp, gelip kurtarmadı.
İki göğsümün oluğunda cenazemi hazırlattım ruhlara. Bana kızsalarda kabul ettiler. İnsanlar sûreler okudu başımda, ağıtlar yaktı, kalpleri sızladı ve ben o iki göğsün arasında yatan ruhu, kaptığım gibi götürdüm. Götürdüğüm zifiri karanlıktan, geri dönmemesi için ise tembihler yağdırdım.
Gökte süzüldüm onunla beraber.
Alıştım.
Sonra bir bağırış duydum gök kubbeden, meğer adımı naksettiler. Gülümsedim. Ve ruhumun parçalı ellerinin damarlarını kullanıp selam gönderdim.
Dört duvar arasındaydım ve boşluğu süzüyordum. O boşluk her defasında süzüldüğü süzgeçten kolaylıkla sıyrılıyordu. Boşluğa uzunca baktım. Tavanda sallanan eski bir avize gördüm. Ruhumu yansıtamayacak kadar soluk ve narindi. Bekledim ve dinledim, sallanan avizeden çıkan gıcırtıları. Ben gibiydim. Akordu bozuk plak gibiydi.
Karanlığa alıştığım sırada eski avizenin ampulü yandı ve soluk renk gözlerimi yaktı. Elimi gözlerime siper ettim. Bu sırada dışaradan gelen seslerle birlikte, kulak kabarttım. Uzun süredir bomboş oturduğum yerden tedirgince kalktım.
"Abi, buraya gelmeseydin keşke. Baban görürse işler kötüye gidebilir." Diye fısıldayan adam, başıma silah dayayan ve telefonda konuşan adamdı.
Gözlerim adamın söylediği sözleri aklımda tartınca irice açıldı. O adamın oğlu mu gelmişti? Titrek bir nefes burnuma doldu ve elim ayağım birbirine dolandı.
Sesler kesildiği sırada bir mesaj sesi duydum. Uzun süre sessizlik oldu. O adam buradaydı.
"Çiğdem hanım, şimdi kapıyı açacağım, lütfen duvar dibine doğru uzaklaşın." Anlamsızca kapıya baktım. Bir mesaj sesi daha geldi. Yine aklıma gelen düşüncelerle gözlerim bir kat daha büyüdü. Ona mesaj atıp, yapması gerekenleri söylüyordu.
"Duvar dibine hemen uzaklaşmazsanız, sizi evinize götüremeyiz. Dediğimi yapın ve lütfen yüzünüzü duvara dönün."
Bedenim kasıldı. Yüzünü görmemi istemiyordu. Bir an babamı düşündüm. Şimdi kim bilir ne haldeydi? İç çektim. En iyisi bu emir alan adamın dediğini yapmaktı. Babam için buradan hemen kurtulmalıydım. Geri adımlarla oldukça yavaş bir şekilde ilerledim. Odanın içi boş ve sadece bir masa sandalye olduğu için arkama bakma gereği duymadım. Sandalye ve masa sağımda duruyordu. Ve ben ortada ilerliyordum. Zaten küçük bir odaydı. Sırtım duvarı hissedince, sessiz adımlarla yüzümü arkama döndüm.
Korktuğumu belli etmemek için derin ve yavaş nefesler alıyordum. Sakin olmaya çalışıyordum. Ellerim yanımda sallanırken, kapının kilit sesini duydum. Yavaşça iteklendi ve gürültülü iki adım sesi kulaklarımı tırmaladı. Biraz uzağımda durduklarını ise bir süre sonra anladım.
Bir mesaj sesi daha gelince, az da olsa gözlerimle arkaya bakmaya çalıştım. Bu adam neden konuşmuyor ve neden kendini göstermek istemiyordu? Ellerim gerginlikle yumruk halini aldı.
"Çiğdem hanım, gözlerinizi kapatmanız gerekiyor." Emir alan adamın fısıltısı beni daha da çıkmaza sürükledi.
Dediğini yapmak için kendimi sıktım. Yine ayak sesi duydum ama bu defa bir kişi yürüyordu. Dişlerim birbirine kenetlendi. Giderek yaklaştı ve göğsünün sırtıma dokunduğunu hissettim. Ağır bir parfüm sıkmıştı üzerine. Soğuk ve sert elleri bileklerimde hissettiğimde ellerim çözüldü. Ürperdim. Gözlerim bir an için açılmak istesede daha sıkı yummaya çalıştım. Ellerimi bir iple sırtıma doğru bağladı. Çırpınmak istedim ama sanki kilitlenmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sessizliğin Hıçkırıkları
Genç KurguGömülü anıların tekrar ortaya çıkmasıyla parçalanan kalpler. Histerik sızının damarlarından akan kayıplığın, yok oluşuyla parçalanan küçük kız ve büyümüş olan o küçük kız. **** "Kimsin sen?" Dedim işaret dilini kullanarak. Yüzüme ifadesiz gözleriyle...