26.bölüm

19 11 37
                                    

Şimdi uçurumdayım.

Bir ayağım boşlukta, diğeri en dipte. Yani ikiside sallantıda. Durup durup baktığım ve kapattığım yerdesin. Aslında bulanıksın, net hiç olamadın. Hadi tut şimdi hayatın yakasından ve konuş, daha ne anlatabilirsin?

Gözle görülen bir yarasın, vuslatsın ama en kötüsü sağırsın acılarına... Bak, bağırıyorsun delicesine, konuş işte. Çık bu yangından! Ağlama ama, kötü olmadın ki sen hiç, aksine iyiydin. Kendine iyi olmadın ki sen hiç, aksine kötüydün.

Neredesin; bak sağına ve soluna, kim var? Hatıra? Aile? Dost?

Sustur beynindekileri! Amacın acı çekmek mi? Diptesin zaten, on bin defa da vurulsan ölmezsin ki! Zaten kırılmış bir kızsın. Daha ne olabilir ki?

Hayatın kanunu bu, şimdi on bin defa daha öl...

Elimdeki kalem masaya şiddetle çarptı. Gözlerimi yumdum bir süre ve kendime zaman tanıdım. Uzun zaman olmuştu birşey karalamayalı. Derin bi nefes alıp kafamı sağa sola salladım. Beynimden birşeyleri yok etmeye çalıştım. Okudum içimi, ne çok şey kırılmış bende ve ne kadar eksilmişim kendimde. Tuttuğum kalemi ritmik bir şekilde masaya vurmaya başladım. Oturduğum sandalye rahatsızdı ve belim ağrımıştı ama umursamadım. Boğuk ve ufak bi inilti çıktı boğazımdan. İçime kaçtı iniltim, takmadım. Kalemi daha hızlı şekilde vururken masaya, kalbimde bu sese eşlik etmişti.

Odaya çıkıp dinlenmiştim. Polislere ne gerekiyorsa söylemiştim. Şimdi ise içimde birikenler gün yüzüne çıkıyordu.

Yalan söyledim. Anlatamadım gerçekleri ve susmak zorunda kaldım.

Zaman koşarak kaçıyordu benden. Arkasından koşup, yeter artık, bu kadar hızlı koşma! Dememek için bakıyordum sağıma soluma, yaşlanan, ölen insanlara, hayvanlara ve yaşlanmış ama hâlâ ayakta duran ağaçlara... Cevap vermiyor zaman. Veremiyor.

Yine de sürüklüyor tüm dünyayı peşinden. İtaat ediyoruz ve artık kabulleniyoruz. Zamanın diğer adına sığınıyoruz. Hayata...

Şuan da olduğu gibi gecenin bir vaktiydi. Kararmış gökyüzü ve yeryüzüne sokağın cılız lambası yansıyordu.

Kalemi vurmaya devam ettim.

Gözlerim ayrı yerlerde kısa kısa dinlenirken, kalbimde ise anlamsız bir çırpınış hissettim. Koyu bir karanlık kalbimde yer ediniyor ve beni o karanlığın en kara ve en zehirli okyanusuna gömüyordu.

Kalemi defterimin arasına koyup kapattım ve defteri elime aldım. Oturduğum yerden derin bir nefes alarak kalktım. Hâlâ misafir odasında kalıyordum polisler gittikten sonra babam kendi odama geçmemi söylemişti. Ama ben bir saattir bu odadaydım. Silkelenerek topladığım eşyalarıma yöneldim. Ve oyuncak bebeğimi de yatağın üstünden aldım. Gözlerim elimdekine kaysada  umursamamaya çalıştım.

Tam bavulu da alacakken, kapı açıldı. Gelene bakmak için kafamı sağa çevirdim. Saçlarım önüme düşmüştü. Gelen Afak'tı. Yutkundum ve başımı çevirdim. Onunla en son çok değişik bir durumdaydık. Hâlâ çözemediğim ve anlamlandıramadığım bir durumdu. Titrek nefes aldığımda gözümü kapattım. Kokusu burnuma dolmuştu. Öyle esrarengiz ve öyle derindi ki kokusu, burnumu sızlatan ağır bir parfümdü sanki. Ama parfüm sıkmamıştı.

Hâlâ elim bavulun koluna yakındı ve ben öylece donup kalmıştım sanki. Neredeydi şuan? Bana bakıyordu, biliyordum. Konuşmadan öylece duruyordu. Diğer elimde bebek ve defterim, öteki elim ise bavulun kolunu tutmak için hazırda bekliyordu. Sonunda hareket ettim ve bavulun kolunu tuttum.

Sessizliğin HıçkırıklarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin