Mutlu Kadınlar Mezarlığı...Terk edilmiş ruhların büyük bir kümede birleştiği mahpus talihine boyun eğen mutlu kadınların eviydi orası. Rahme düşen bir canın mutasyona uğramış defosuydu o mutlu kadınlar mezarlığı. Tezatların içerisinde yuva bulan bir ortamdı orası... Orası?
Anlatamayacak kadar kısa, kısa olmayacak kadar uzun bir hikâyeydi.
Bütün genelevlerin silinişi, silindikten sonra ise kalemin kırılıp yenisi yazılamadığı bir sayfaydı. Ucu ateş ile bezenmiş, kararmış, bitmiş, en kuytu köşeye saklanmış bir yerdi. Tekrar sorsalar 'orası neresi ?'diye...
Herkes derdi... Peki ne derdi, nasıl derdi, neden derdi? Ey ulu insanlar(!) Tanrı aşkına Kim derdi?
Kimsenin bir şey demeye haddi ya da hududu yoktu. Orası en köşedeki bir mezarlığın ardına saklanmış gizli bir mabetti. Herkesin gireceği ama sayılı kişilerin çıkacağı bir yerdi. Bazı kişiler hariç. Oraya giren bazı insanlar girdikten sonra ta ki ölüm çıkarabilirdi. Onlar da kim mi?
Cevabı çok basitti... Mutlu Kadınlar.
Alınan tüm yanıtların tatmin aşaması henüz genizdeyken mezarlıkta tüm kurallar baş kurucu Akbaba Temel tarafından kurulduğu gün belirlenmişti. Tahmin olarak otuz yıl önce.
Kurallar çok basitti. Aklı ve nefsi yerinde olan tüm mutlu kadınların uyabileceği bir şeydi.
"BEDENSEL ZEVK YASAK!"
Kurallar mı denilmişti? Geç şunları! Tek bir kural vardı işte. Cinsel ilişkiye girilip bedenler ısınmayacaktı. Tek ateş kirli kalplerin ruhlar ile vaftizinden akan kir olacaktı. Şu an karışık gelen olay mezarlığın basit ve can kurtarıcı bir kuralıydı.
Bir kural daha vardı ama onun müşterilere söylenmesi zinhar yasaktı. Öyle ki birebir yaşamaları gerekirdi. Yaşandı da. Mutlu Kadınlar Mezarlığının açıldığı günden geçen on üçüncü yılın yarısında gelen ölü - ki gelen müşterilere o isim verilirdi- mutlu kadınlardan birine fahişe demişti. İşte ilk denildiği hemen uygulanmış girişi olan adamın çıkışı yan mezarlığın en kuytu yeri olmuştu.
Oradaki yirmi kadının hiçbiri oruspu, fahişe, kevaşe ya da yosma değildi. Onlar zeki, yetenekli, kondisyonlu, dünyanın nadide olan parçalarından toplanmış yaralı kadınlardı ki öyle olsalar bile oraya geldikleri an mutlu olmuşlardı. Özet diye sınırın sınırı ile sınırlandırılsa; sınırlar kendisini aldatır, saygı duruşuna geçerek bir birlerine yol verirlerdi. O yüzden kısa kesmek herkes için daha yarayışlıydı.
Yine günler, aylar ya da yılların ardından kovalanırken Akbaba Temel duyduğu çirkin sözlerle elli yaşındaki bir adamdan beklenmeyecek çeviklikte yumruğunu tüm sertliğiyle masaya geçirdiğinde daha yeni kadınların başı olan Küpeli'yi çağırmış, yirmili yaşlarının ortasında olan kadın titreyen bacakları ile Akbaba'nın odasına ilerlemişti. Girdiği an ise suratı yediği tokat...
"Mutlu Kadınlar Mezarlığı ilk kez mutsuz oldu Küpeli!" -li ekini uzatarak büyük bir acıyla karışık kahkaha attığın da arkasında bağlı olan saçlarını çekiştirerek kadına daha fazla ilerlemişti.
"Kıyamet sirenleri çaldı Küpeli!" Yine vurgulu bir şekilde bitiren adam bu sefer kendi saçı yerine karşısındaki kadının saçından tutup hızlıca yere atmıştı. Hele de her tekmeden sonra dikenli cümleleri...
"Dünkü bok beni çiğnemiş Küpeli!"
Bir tekme daha attı. Öyle ki kadının bacakları karnında cenin pozisyonunu almıştı. Ama acı azalmamış tam tersi artmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DAMGALI KRAL
General FictionMutlu Kadınlar Mezarlığı acı hayatları, garip hikayeleri, Akbaba'yı ve ondan sonra olanları takdirle sunar. Ondan sonra olanlar mı? Palavra! *Bu kitapta geçen tüm karakterler hayal ürünü olup, gerçekle hiçbir bağlantısı yoktur.