Tanımlama içeren sözler kimsenin akıl eşiğinde bile değilken, ufacık ellerini terleyen alnına götürürken türkü mırıldanan Pınar, odadan çıkan ölülerden sonra son temizlik işlerini yapıyordu. Yine dün gece o koca göbekli olan adamın geldiği ve lakabı bahçıvan olan kadını çağırdığı hemen anlaşılıyordu. Muhtemelen yine bitki ile insan arasındaki yaşam çizgisini adama anlatarak onu mest etmeyi amaçlamıştı. Kafasını olumsuz anlamda sallarken en azından toprak yapmasalardı her yeri diye söylenmeden edemiyordu. Kısa küt siyah saçları yine aynı zayıf kilosu ve kısa boyuyla görünmezi oynayarak kadınların ortak olan yaşam alanına zıplaya zıplaya gitmeye başlamıştı. Bazen duvarda ki çıplak kadınlara bakarken utanıyor ama yine de bildiği yol olduğu için güzergâhını değiştirmiyordu. Odaya her adımda daha da yaklaşırken gülüşerek konuşan kadınların sesleri de artmaya başlamıştı. Gülmek kadar basit bir eylemi kim neden böyle bir çukurda yapmak isterdi bilemiyordu ama kendisinin de en çok sevdiği eylemlerin başında geliyordu. Düşünceleri de bacakları gibi hareket eylemine devam ederken karşısına çıkan iri bedenle kalakalmıştı, Recep ağabey..."Ne yapıyorsun bıcırık?" Diyen neşeli ses kulaklarına dolduğunda doğuştan şekilli ve ince kaşlarını çatarken, kızardığından dolayı kafasını aşağıya eğmek zorunda kalmıştı. Küpeli annesi onu öyle bir yetiştirmişti ki hala erkeklerle konuşmaktan utanıyordu. Aslında daha da açmak zorunda kalırsa onlardan korkuyordu.
"Çıkarı olmayan bir erkek hiçbir kadının yanına yaklaşmaz." diyerek kendisine hep böyle şeyler aşılamıştı. Başka ne demişti annesi...
"Aman kızım aman sakın erkeklerle konuşma."
"Aman kızım aman sakın ölülerle göz göze gelme."
"Aman kızım aman sakın şu gözlüklerini çıkarma."
"Aman kızım aman sakın çağırdıkları yere gitme."
"Aman kızım aman ..." diyerek örnekler çoğaltılabilirdi ama kendisi şuan karşısında dikilen karşı cinsle meşguldü.
"Efe-efen-efendim Recep abi?" Kekelemesiyse ayrı bir ironiydi. Utangaç ve içine kapanık bir yapısı vardı. Zaten kendisini bu mutlu kadınlar mezarlığında sadece kadınlar ve diğer çalışanlar biliyordu. Ne ölüler ne de Akbaba Temel biliyordu. Akbaba diyince tüyleri diken diken oldu. Onu uzaktan görürken bile o kadar çok korkuyordu ki. Kendisinin on katıydı. Tamam birazcık kendisi küçük olabilirdi ama adamın arkasında bağlı saçları ve koca göbeği ile burada en başta da kendisinin korkulu rüyasıydı. Ama çok değişik bir adam olduğunu inkâr edemezdi. Burada o kadar güzel kadın vardı sonra çalışanlar vardı. Onlarla ne arkadaş olduğunu görmüştü ne de güldüğünü. Bir kere Küpeli annesine sormuştu.
"Anne neden Akbaba amca hep böyle yalnız ve korkutucu?" Küpeli ise o zaman uzun saçlarını okşayarak şefkatli bir gülümsemeyle kendisine yanıt vermişti.
"Hayatın gerçek yüzünü görmüş güzelim. Hayatın ağır sillesini yiyen insanlardan en son beklenecek şeydir gülümsemek." Diyen annesinin sözlerini duyduğunda ise çok şaşırmıştı. Neden gülmek gibi basit bir eylem nedenlere bağlanmak zorunda kalınıyordu ki?
"Ama saçma değil mi anne?" Diye sorduğunda Küpeli yırtılmış kulaklarında olmayan küpe faktörüne uyan bir nezaketle kızın yanağını okşamıştı bu sefer de.
"Saçma olan şey kuzucuğum o kadar yumurtalık hücresinde bizim denk gelmemiz. Saçma olan tek şey o..." kırılan yumurtalar mı? Diye sormak için ağzını açarken Küpeli koridordan gelen adım sesleri ile kendisini odaya tıkmıştı. Yine saklanmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DAMGALI KRAL
General FictionMutlu Kadınlar Mezarlığı acı hayatları, garip hikayeleri, Akbaba'yı ve ondan sonra olanları takdirle sunar. Ondan sonra olanlar mı? Palavra! *Bu kitapta geçen tüm karakterler hayal ürünü olup, gerçekle hiçbir bağlantısı yoktur.