Aşık mı demişti az önce? Onu bunu bilmezdi ama kızı şimdiden burnunda tütmüştü. Üstelik kardeşi olmayan kızı! Eğer diğer bildiği gerçekler olmasa göbek dahi atabilirdi! Bugün tüm iyilikler kendi üzerlerinde olsundu ki adamın en buruk mutlu günüydü!..Bacaklarına yüklenen artı bir güç de aslında hiç fena olmamıştı. Mesela onu sağ salim kızın odasına götürmüş, kapısına kadar sürüklemiş ama ne hikmetse görevi sanki orada bitmiş gibi hareketini kesmişti.
Belki bu oraya girerse yılların acısını bir güne sığdıracağından olabilirdi. Ayrı kaldığı zamanların ilacı ise panzehir olmaktan çok zehir olarak içine akacaktı. Mesela kızın suratını görecek içi kan ağlayacaktı. Sessizliğinde boğulacak, kulaç dahi atmaya takati kalmayacaktı. En acısı da teskin etmeye dili varmayacaktı ama deneyecekti. Ne okuduğu mektup ona engel olacaktı ya da kayıpları. Küçük Fare için gerekirse fil olacaktı ve kocaman hayvanı korkutacak gücü ona verecekti. Kapıyı üç kere çaldığında anlamları bile düşünmek istememesi durumun vahametini ona sorgulatırken içeriden neyi duymak istediğini de sorgulamıştı.Ufacık bir "gir" kelimesi...
Odadan içeri usulca girdiğinde Fare'nin yerde, yatağın ucunda oturduğunu görerek kısa bir duraksama yaşamıştı. Acının adresi mi değişmişti? Kalbinden ne ara beyninin içine girmişti? Gerçi acı kalbinde hala sabitti ama ona da karışamazdı ya! Koskoca kaburgaların sahip çıkamadığı et parçasına artık kılı dahi oynamazdı.
Titreyen bacaklarını da alarak kızın yanına ulaştığında sesi çıkma tenezzülünde dahi bulunmuyor, tüm duyu organları kızı kucaklayarak yatağa oturtmasını izliyordu. O da yanına geçip oturduğunda kalan ham şey eksik insanların bütün olma çabasıydı.
"Özür dilerim(...)" üç noktanın bile yetersiz kaldığı durumlar olabiliyordu. Özür dilemek elbet bir erdem gösterme şekliydi ama neyi kime gösteriyordu? Kızın belki de en son isteyeceği şey erdem kavramıydı.
"..." ve doğal olarak karşılaştığı sessizlikle gocunmamıştı. Hak ediyordu, hak yemişti; kızın hakkını yemişti!
"Giden yıllarını telafi etmek sanırım Tanrı'nın işi ama bilmeni istiyorum Pınar. Seni bırakmadım... Seni bırakmamak için gittim." Okan'ın en büyük hasreti başlamıştı. Sıla hasreti gibi için için eriten bir şeydi. Şimdi kız Okan Bey deseydi ne olurdu? Kızı izleyen Okan onun cebinden bir şey çıkarmasını izlerken pür dikkatti. Çıkardığı not defteri ve yastığının altından aldığı kalemle yazı yazmaya başlayan kızla şimdi de hazır ola geçmişti. Ve sonunda beklediği yanıtı hazırdı.
"Sorun değil..." hani nerede küfürler, hani nerede lanetler, nerede geleceğe olan kaygı, sitem, düş kırıklığı?
"Sorun değil mi? Sen'den seni alan insanlara sorun değil demek. Neyini aldılar senin Pınar? Sakızını mı? Şekerini mi?"
Artık kızın tüm yanıtları kağıt aracılığıylaydı.
"Benden aldıkları tek şey hayallerim ve artık bunları bir amaca bağlamıyorum.""Saçmalıyorsun... Dünyanın sonu değil bu!"
"Dünya mı? Espri yeteneğiniz gelişmiş. Bakın bana? Doğduğumda bu mezarlıktaydım. Büyüdüğümde burada, öldüğüm gün de buradaydım. Benim dünyam burası. Ölü etlerden can bulan çiçek bahçesi, Mutlu Kadınlar Mezarlık'ı. Siz kendinizi kandırabilirsiniz..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DAMGALI KRAL
General FictionMutlu Kadınlar Mezarlığı acı hayatları, garip hikayeleri, Akbaba'yı ve ondan sonra olanları takdirle sunar. Ondan sonra olanlar mı? Palavra! *Bu kitapta geçen tüm karakterler hayal ürünü olup, gerçekle hiçbir bağlantısı yoktur.