Marcus alışkanlık gereği erkenden uyanmıştı ama yataktan kalkmak gelmemişti içinden. Dün gece olanlar öyle hızlı olmuştu ki ne düşüneceğini bilemiyordu bir türlü. Helen neden öyle davranmıştı, neden ısrar etmişti? En önemlisi tüm bunları sırf özgürlüğünü istediği için mi yapmıştı? Bunlar kafasını fazlasıyla meşgul ediyordu. "Kuralları sonra konuşalım." demişti ama kim bilir ne şart sunacaktı? Helen uslu bir çocuk gibi uyuyordu. 'Keşke uyandığında da bu kadar uysal olsan.' diye mırıldandı Marcus.
Helen bir süre daha huzurla uyuduktan sonra kıpırdandı, yavaş yavaş uyanıyordu. Tamamen gözlerini açtığında Marcus'a gülümsedi. "Günaydın."
Marcus karşısındaki kadının birden bu kadar değişmiş olmasına anlam veremeyerek "Günaydın." dediğinde Helen memnun olmamış bir ifadeyle ona baktı. Sonra elini Marcus'un dudaklarına götürdü. "Neden hiç gülümsemiyorsun?" diye sordu.
Helen'in aklına milyonlarca soru yığıldı birden. Acaba Marcus pişman mı olmuştu? Dün gece ne kadar da uyumluydular oysa. Şimdi sorun neydi? Marcus normalde de hiç gülümsemezdi ama sanki bir sorun vardı. 'Pişman olmuş.' diye düşündü hüzünle. Helen yaptığından ilk kez pişmanlık duydu o an. Marcus birlikte olduktan sonra evlenme mecburiyetleri olduğunu düşündüğü için böyleydi işte.
Marcus Helen'in sorusuna verecek cevap bulamadı bir anlığına. Hayatı boyunca hiç güzel anısı olmuş muydu? Kralla gezip tozmuş, kahkahalar atarak eğlenmişti ama hiçbir kadına içten bir şekilde gülümsememişti. Hiçbir kadına Helen'e verdiği değeri vermemişti. Helen'e olan aşkı hayatında olan en güzel şeydi ama ona bunları şimdi söyleyemeyeceği için sustu. Bir ara gülümseme alıştırması yapması gerektiğini yazdı beyninin bir köşesine.
Helen cevap alamayınca Marcus'un konuşmak bile istemediğini düşündü. Kullanılıp atılmış bir mendildi şimdi onun gözünde. En değerli hazinesini alıp kaçan bir korsandı o. Belki onu evlenmeye zorlayabilirdi ama bunu gururuna yediremiyordu. "Arkanı döner misin?" diye sordu usulca. "Giyinmem lazım."
Marcus dün gece olanlardan sonra Helen'in bunu isteyebileceğini düşünmemişti ama itiraz etmeden arkasına döndü. Helen'i kızdırmak ya da utandırmak şu anda isteyebileceği en son şeydi.
Helen hızla kıyafetini giydi. "Kahvaltıya gidiyorum. Döndüğümde burada olmazsan sevinirim." diyerek kapıya yürüdü. Tam kapıyı açacaktı ki Marcus "Başka bir şey söylemeyecek misin?" diye sordu. Helen ona bakmadan "Hayır." dedi düz tutmaya çalıştığı sesiyle ve odadan çıktı.
Marcus Helen'in neden böyle davrandığını düşündü bir süre. Belki de utanmıştı ya da evlenmeden önce böyle bir şey yaşadığı için kendini suçlu hissediyordu. Kadınların çok karmaşık bir düşünce yapısı vardı ona göre. O yüzden ne düşündüğünü, neden öyle yaptığını çok fazla düşünmemeye çalıştı. Helen söyleyeceklerini içinde tutabilen bir kız değildi. Er ya da geç bir şeye kızdıysa söyleyecekti. Ama ya dün gece beklediği gibi geçmediyse. "Lanet olsun." diye homurdanarak yataktan kalkıp hızlıca giyindi ve odadan ayrıldı.
***
Helen gizli yerine gelene kadar hiç durmadan sarayın bahçesinde yürüdü. Oraya geldiğinde bir ağacın dibine oturdu ve gözlerinden birer damla yaş süzülmesine izin verdi. Şimdi bir karar vermesi gerekiyordu. Ya Marcus'u dün gece masum ve güzel yaşananlar için sorumlu bırakacak ya da tüm sorumluluğu üstlenecekti. Marcus masumdu ona resmen çanak tutmuştu. O da sonuçta bir erkekti. Helen istemese asla böyle bir şey yapmazdı. Helen hüzünle iç geçirdi. Dün gece onun yüzünden yaşanmıştı ve Marcus'u sırf bunun için evliliğe zorlayamazdı. Yaşananları üstlenecek ve hatasının bedelini Marcus'a yüklemeyecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çok Uzak Diyarlardan -Tamamlandı-
Historical FictionSeninle ben çok uzak iki diyarın, iki ayrı masalının birer parçalarıydık. Karşılaşmamız tamamen tesadüfler zincirinden ibaretti. Çünkü kaderimizde birbirimizin hayatını değiştirmek vardı. Ve karşılaştığımız ilk andan itibaren her şey bambaşka olacak...