Sophie yıllardır saklanmanın, yalan söylemenin, insanlara asla güvenememenin ve en önemlisi de özgür olamamanın verdiği yorgunlukla gözünden düşen bir damlayı umursamadı. O sırada birkaç adımla Henry yanında belirmişti. Sophie hızla gözyaşını sildi. Güçsüz olduğunu başkalarının görmesini istemezdi hiçbir zaman. Birden krala selam vermesi gerektiğini hatırladı ama bacaklarının gücü yoktu, kalkamıyordu. Kralın ona baktığını hissediyordu. "Sizi öldürmek istedim, siz muhafızlarınızı çağırıp beni zindana attırmak yerine neden diye mi soruyorsunuz?" dedi çocukça bir masumiyetle.
Yanındaki adama bakmak için kendini zorladı. Henry'nin gözlerine baktığında içinden bir ses ona her şeyi anlatması gerektiğini söyledi. Onun ne düşündüğüne dair hiçbir fikri yoktu ama cezası ölüm olacaksa eğer bu olmadan önce son kez dürüst olmak istiyordu. Belki o zaman karşısındaki adam ona acır da hızlı ve acısız bir ölüm bahşederdi. Gözlerini kralın gözlerinden ayırmadan sordu. "Biraz zamanınız var mı? Size her şeyi anlatmak istiyorum." Sesi güçsüzdü ama samimiydi.
***
Helen bu adamı görmeyi istemiyordu gerçekten şu anda. Onu görmek sadece sinirlerini bozuyordu. Başka hiçbir şeyin olmasına izin vermiyordu. Ama bir günlük de olsa yaşamak istediği bir özgürlük vardı. "Marcus." dedi adamı ikna etmeye çalışan bir sesle.
Marcus bir süre sonra sessizce iç geçirdi. "Emredin prenses." Helen Marcus'a baktığında kaçmadan önceki adamın yok olduğunu hissetti. Yeniden aralarında aşılmaz duvarlar vardı şimdi. Adamın gözlerinde farklı bir şeyler vardı ama anlayamıyordu. "Bir gün... bana sadece bir gün verebilir misin?" Sesi artık az önceki gibi güçlü değildi. Daha çok yalvarır gibiydi. Marcus bir süre kıpırdamadan yerinde durdu ama sonra düz bir sesle cevap verdi. "Ne için prenses?" Bunu söylerken sanki hiçbir şey umrunda değilmiş gibi bir hava takınmıştı. Ve Helen onun bu halinden nefret etti. Tüm hücreleriyle...
"Marcus... sadece bir gün özgür olmak istiyorum." Marcus bu duydukları karşısındaki şaşkınlığını bilerek saklamadı. Neden böyle bir şey istiyordu ki bu kadın? Sarayda ne emrederse gerçek oluyordu zaten. Neden sarayın dışında bir gün geçirmek istiyordu ki? Marcus başını olumsuz anlamda iki yana salladı. "Bunun imkansız olduğunu ikimiz de biliyoruz prenses."
Helen tüm bu kaçış planları, insanlara söylediği yalanlar ve yaptığı roller boşa gitsin istemiyordu. Şimdi kuyruğunu sıkıştırıp saraya dönmek ona acı verecekti. Madem hayatının sonuna kadar bu adamla yaşayacaktı o zaman ondan bir şeyler isteyebilme hakkı olmalıydı, değil mi?
"Marcus... lütfen. Yarın sabah gün doğmadan önce sarayda olacağım." Marcus karşısındaki kadının bir prenses olduğunu ve onun emirlerini yerine getirmek zorunda olduğunu biliyordu ama içi rahat etmezdi onu özgür bırakırsa. Başına ne geleceğini bilmiyordu sonuçta. "Bunu yapamam prenses." dedi kendisini zorlayarak.
Ve Helen hayatının geri kalanını yönlendirecek teklifi etti karşısındaki adama. "Marcus yarın sabah gün doğumunda geleceğim ve sen beni idare edeceksin. Ben de sabah geldiğimde abime evliliğimize itiraz etmediğimi söyleyeceğim. Senden bunun karşılığında istediğim tek şey haftanın bir günü özgür olmak."
***
Henry genç kızın acı çektiğini hissedebiliyordu. Başıyla onayladı. "Seni dinliyorum Sophie."
Sophie gözlerini ellerine çevirdi. "Evet, ben kral kızıydım ama üç yıl önce babam savaşa gittiğinde amcam tahtı ele geçirdi ve kardeşimle beni esir aldı. Bizi geri vermesinin karşılığında babam saraydan vazgeçmek zorunda kaldı. Biz de sizin ülkenize taşındık. Her şey güzel gidiyordu. Ta ki..."
"Ta ki siz saraya gelene kadar öyle mi?" diye tahminde bulundu Henry.
Sophie başıyla onayladı. "Size buraya neden geldiğimi sordum ama cevap vermediniz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çok Uzak Diyarlardan -Tamamlandı-
Ficción históricaSeninle ben çok uzak iki diyarın, iki ayrı masalının birer parçalarıydık. Karşılaşmamız tamamen tesadüfler zincirinden ibaretti. Çünkü kaderimizde birbirimizin hayatını değiştirmek vardı. Ve karşılaştığımız ilk andan itibaren her şey bambaşka olacak...