Anna en güvendiği, hayatında en çok sevdiği, anne karnına düştüğü andan itibaren beraber yaşadığı insanın koca bir yalanı yaşamasına anlam veremiyordu. Mina hiçbir zaman istemediği şeyi yapan, yaşayan biri olmamıştı. Şimdi bunu öğrenmek onu şaşırtıyordu doğrusu. Mina başına buyruk yaşamak yerine sevmediği adamla bir ömür mü geçirmişti? Ona istemediği halde çocuklar mı vermişti?
Anna kaldığı yerden okumaya devam edince bu defterin aslında aşk değil de koca bir laneti anlattığını anlıyordu aslında ama lanete bulaşmıştı bir kere. Ne olursa olsun sonuna kadar okuyacak ve gerçekleri öğrenecekti.
Amacım aslında Anna'nın hayatını çalmak değildi. Onun için ne kadar üzüldüğümü kimse bilemez. Hayatım boyunca hep bunun burukluğunu ve vicdan azabını yaşayacağım. Hep onun hayatını çaldığımı düşünerek yaşıyorum ve bu çok can yakıcı. Onun orada yalnız yaşadığını düşündükçe burada ölüyorum. Ona bir sürü talip buldum, birçok da teklif aldı ama inatçı işte kabul etmedi. Acaba hala kocamı mı seviyor? İşte bunu ölmeden önce öğrenebilmeyi çok isterdim. Onun bir kere aşık olduğunu biliyorum ama bana hiçbir zaman kim olduğunu söylemedi.
Buraya geldim. Çünkü Prenses Mina aşık oldu. Yanlış adama, yanlış zamanda, yanlış şekilde.
Anna defteri hızla kapattı. Daha fazla okumaya cesaret edemedi. Belki daha sonra okurdu ama şimdi değil. Kardeşiyle ilgili gerçekleri sindirmesi lazımdı. Anna defteri eski yerine koyduktan sonra az önce Mina'nın yaptığı resimlere baktığı yere doğru ilerledi. Mina'nın özenle yaptığı resme baktı. "Demek sendin o adam." dedikten sonra derin derin nefes aldı.
Anna defteri okuyup okumamak konusunda sanki karar vermemiş gibi yeniden yatağa doğru ilerledi. Kardeşiyle ilgili şeyleri bir anda öğrenmek canını yakacaktı. Hem de fazlasıyla... Ama içinden bir ses okumasını söylüyordu. Anna başını iki yana salladı. Bunları belki de hiç okumaması gerekiyordu. Kararını değiştirmeden hızla odadan ayrıldığında hala doğru yapıp yapmadığını düşünüyordu.
Mina onun ikiziydi. Kardeşlik seviyesinin de üstündeydi bağları ve Mina o defteri yok etmemişti. Eğer birilerinin öğrenecek olmasından korksaydı yazmazdı. Belki de onu bulabilecek tek insanın Anna olduğunu biliyordu. Anna sessizce odasına giderken bazı gerçeklerin gün yüzüne çıkmamasının daha hayırlı olduğunu düşünüyordu.
***
Helen ne diyeceğini ne hissedeceğini bilemiyordu. Ona göre bir şeyleri kolaylaştırmanın bir yolu yoktu. Bir şeyler düzelmek zorundaydı ama hep daha da kötü oluyordu. Marcus yüzünden gittiği yerde başka bir adamı sevmişti. Şimdi o adam buradayken çok daha karışık geliyordu her şey.
Sabah Louis'in yanında huzurlu hissederken hemen sonra Marcus'un yanında heyecanlı hissetmesi ne kadar normal olabilirdi? Ne yapması gerektiği konusunda en ufak bir fikri olsaydı ne kadar da güzel olurdu.
Kafasını dağıtmak için konuyu değiştirmenin doğru olduğunu düşünerek "Abim acaba nasıl şeftali getirecek?" dediğinde Sophie gülümsemeden edemedi. Adamı birden nasıl da telaşa düşürmüştü. Acaba delirdiğini mi düşünmüştü yoksa hamileliğine mi vermişti? Bir şey anlamamış gibi duruyordu ama anlamış da olabilirdi. Sophie bunu düşününce önce telaşlanacak gibi oldu ama sonra hamilelik diye geçiştireceğini düşünerek rahatladı.
Sophie elinde olmadan Helen'in karnına baktı. O da şuan hamile olabilirdi ama değildi. Ya da ondan saklıyordu. İstemeyerek de olsa "Sen... hamile misin?" diye sordu.
Helen Sophie'nin karnına baktığında hüzünle başını iki yana salladı. İçinde minicik bir can taşımak mucizevi bir şey olsa gerekti ve o bundan yoksundu. Louis ile evlendiğinde ilk işi çocuk istemek olacaktı. Sarayın bahçesinde yaramaz bir Helen'e daha ihtiyaçları vardı.
Sarışın bir kız çocuğunun sarayda dolaşması ne kadar da güzel olurdu. Onun gibi yaramaz olsundu ama. Bazen çileden çıkarmalıydı tüm saray halkını ama en çok da onu sevmelilerdi. Bir süre yeğeniyle idare etmek zorundaydı.
Helen neşeyle elini Sophie'nin karnına götürdü. "Kısa zaman sonra sarayda minicik bir bebek olacak."
Sophie gülümsedi. "Herkesi mutluluğa boğacak bir bebek olacak. Onu halasına bırakıp kocamla gezmek istiyorum."
Helen gülümseyerek "Ben ona her zaman her durumda bakarım." dedikten sonra muzip bir tavırla Sophie'ye baktı. "Şimdiden abimle gezeceğin zamanı mı düşünüyorsun sen?"
Sophie omuz silkti. "Benimle gezeceğini hayal etmem saçmalık, değil mi?" Helen Sophie'nin yüz ifadesinden aslında onların da göründükleri kadar mutlu olmadıklarını anlayınca canı sıkıldı. "Mutlu aşk yoktur." diye mırıldandı elinde olmadan.
"Aynen öyle." diye ona katılan Sophie'ye bakınca Helen düşüncesini dışından söylediğini fark etti. Madem mutlu olunmuyordu neden insanlar aşık oluyordu? Aşk hep acı veren bir şey miydi?
Helen oflayarak yatağa uzanınca Sophie de yanına uzandı. "Keşke uyurken zaman dursa Sophie."
"O zaman yaşanacak güzel şeyleri de kaçırmış oluruz."
"Kız mı erkek mi?" diye sordu Helen birden.
"Ne?"
"Sence çocuğun kız mı olacak, erkek mi?"
Sophie gülümseyerek elini karnına koydu. Bunu arada düşünüyordu ama fark etmeyeceğini biliyordu. Sağlıklı bir şekilde doğsun da kız ya da erkek olması önemli değildi onun için.
"Bilmiyorum." dedi bir süre sonra. Hissedemiyordu. Normalde insanların hissetmesi gerekmez miydi? "Sence Henry oğlan mı ister?" diye sorduğunda Helen omuz silkti. "Bizim krallığımızda bu pek de önem taşımıyor canım. Kızlar da krallığı pekala yönetebilir." Sophie başıyla onayladı. Sonra rahat edemeyerek doğruldu.
"Burada rahat edemedim, biraz kendi odamda uzanacağım." Helen başını sallamakla yetindi.
***
"Konuyu değiştirme Marcus, kız kardeşim senin yüzünden üzüldü ve gitti. Şimdi onu burada rahat bırakmazsan gitme sırası sende."
Marcus iç geçirdi. "Duygularıma engel olabilseydim eğer çoktan gitmiş olurdum zaten ama yapamıyorum."
Henry kararsız bir şekilde Marcus'a baktı. Hangisinin bu aşktan daha az yarayla çıkacağını bilmiyordu. Beraber olup olamayacaklarını da bilmiyordu. Helen sonuçta başka bir adamla gelmişti. "Helen başka bir adamla geldi ama sen onu öptün." dedi sinirle.
Marcus aşkı için hesap vermeyi doğru bulmuyordu gerçekten. Bu Helen ile arasında olan bir şeydi. Ve aşk ayıp olan bir şey değildi. Neden çocuk gibi azarlandığını anlamıyordu bu yüzden. "Bunun için hesap vermek istemiyorum."
Henry bir an ona baktı. Acı çekiyordu. "Belki de sizi zorla evlendirmeliyim."
Marcus'un yüzünde buruk bir gülümseme belirdi. Helen ve o birlikte olabilirler miydi gerçekten? Bunu bilebilmeyi çok isterdi. Helen'in gidişi onu gerçekten yıkmıştı. Marcus hep onun da üzüldüğünü düşünürken bir gün bir adamla geri dönmüştü sevdiği kadın. Ne yapması konusunda en ufak bir fikri bile yoktu. Helen'i tekrar kazanabilir miydi? Bunu yapabilecekse nasıl başaracaktı? Hiçbir fikri yoktu. Her şey üstüne geliyormuş gibi hissediyordu.
Zamana bırakmak ne kadar da kolay tavsiyeydi insanlar için. Zamanın ilaç olduğu yalanı vardı bir de tabi.
Marcus konuyu değiştirmek için "Sophie bu kadar şeftaliyi ne yapacak?" diye sorduğunda Henry gülümsedi.
21.02.2019 düzenlendi
Edit: 20.03.2023
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çok Uzak Diyarlardan -Tamamlandı-
Historical FictionSeninle ben çok uzak iki diyarın, iki ayrı masalının birer parçalarıydık. Karşılaşmamız tamamen tesadüfler zincirinden ibaretti. Çünkü kaderimizde birbirimizin hayatını değiştirmek vardı. Ve karşılaştığımız ilk andan itibaren her şey bambaşka olacak...