Henry karşısındaki kadına inanamayarak bakıyordu. Nasıl böyle bir şeyi düşünebiliyordu? Burada yaşamak ona bu kadar mı zor geliyordu yani? Bir yanı onun gitmemesi için direnirken bir yanı da onu anlayarak gitmesine razı olmak istiyordu. Sophie giderse ne yapacağını düşünerek bir süre sessiz kaldıktan sonra Sophie'ye baktı. Elindeki kılıç ne kadar eğreti durursa dursun fazlasıyla kararlı görünüyordu. Henry sonunda pes ederek başıyla onayladı.
"Tamam gidebilirsin." dediğinde Sophie elindeki kılıcı yere düşürdü. Şimdi istediği olmuştu işte ama neden mutsuzdu bu kadar? Henry'nin gözlerine bakarken hiçbir şey anlayamıyordu. Bu adamın düşüncelerini anlamak neden bu kadar zordu?
"Sadece kışı geçire.." sözünü tamamlayamadan Henry "İstediğin kadar kal, ne zaman döneceğin umrumda bile değil." dedi. Sophie fazlasıyla hayal kırıklığına uğramıştı. Yine de bir yanı istediğini alabilmenin mutluluğunu yaşıyordu. Başıyla onaylayarak "O zaman bir yıl orada kalmak istiyorum. Dört mevsimi orada yaşamak güzel olacak." dedikten sonra giderken Henry uzanıp kolunu tuttu.
"O kadar süre Helen ne yapacak?" Sophie sinirle ona bakıyordu. Kendisini sormuyordu. Demek ki Sophie olmadan hayatının çok daha rahat ve güzel olacağını düşünüyordu. Yine de merakına engel olamayarak "Sen bensiz yapabilecek misin?" diye sordu.
Henry "Halk uzun süre kraliçesiz duramaz." dediğinde Sophie ne diyeceğini bilemiyordu.
Karşısındaki adam buz gibi bakışlarla içini üşüten sözler söylemişken Sophie umursamaz bir tavır takınmaya çalıştı. Her ne kadar beceremese de... "Pekala halk kraliçe isterse sen de birini yerime getirirsin. Nasılsa senin ihtiyacın olan tek şey yanında bir kukla." diyerek odasına ilerlerken Henry'nin "İhtiyacım olan tek şey sensin." diye mırıldandığını duymamıştı.
***
Anna olayların büyümesine bir yandan üzülürken bir yandan da çözümler üretmeye çalışıyordu. En sonunda Sophie ile gitmenin iyi bir karar olduğuna karar verirken bunun kalbiyle değil de mantığıyla verilmiş bir karar olduğuna kendini ikna etmeye çalışıyordu. O sırada Sophie'nin babasıyla karşılaşınca "Sophie'ye refakat için onunla birlikte beni de misafir etmenizi istiyorum." dedi. Adam ona tepeden bakıp "Aramıza bir casusu kabul edecek değilim." diye cevapladı. Anna bu kadar kaba bir cevap beklemediğini düşünüyordu.
Adam yanından heybetiyle geçerken Anna sinirle "Kral olmak insanlara sadece görev verir, üstünlük vermez." dedi. Adam Anna'ya doğru eğilip "Öyle bir şey söylediğimi hatırlamıyorum." diye cevap verdi.
"Fazlasıyla kibirlisiniz."
Adam ilk kez karşısındaki kadını inceledi. "Sen neden etrafımda dolanıp duruyorsun? Benimle evlenmek falan mı istiyorsun yoksa?" diye alayla söylediğinde Anna ayağındaki ayakkabıyı çıkarıp karşısındaki adamın kafasına geçirmemek için kendini zor tutuyordu.
"Zaten ben bir kraliçeyim, unvanlara takılacak kadar da sığ düşünceli değilim." diyerek uzaklaşırken adamın yüzünde bir gülümseme belirmişti. Bu kadın tam da onun kopyası gibiydi.
***
Helen Marcus'a baktığında onun da düşünceli olduğunu görebiliyordu. "Sence hangisine destek vermeliyim?" diye sordu Helen kararsız bir şekilde.
Marcus başını iki yana salladı olumsuz anlamda. "Sanırım karışmamak en doğru olanı."
Helen derin bir nefes alıp verdi. "Her şey daha da kötü olabilir Marcus görmüyor musun?"
Marcus Helen'in yüzünü avuçlarının arasına alarak "Böyle düşünme." diye fısıldadığında Helen karşısındaki adamın büyüleyici sesinin onu etkilediğini düşünmeden edemiyordu. Marcus'un ellerini tutarak aşağı indirdi. "Marcus onların bir şeyleri görmesini sağlamak zorundayız." dediğinde Marcus bu konuya karışmak konusunda fazlasıyla isteksizdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çok Uzak Diyarlardan -Tamamlandı-
Historical FictionSeninle ben çok uzak iki diyarın, iki ayrı masalının birer parçalarıydık. Karşılaşmamız tamamen tesadüfler zincirinden ibaretti. Çünkü kaderimizde birbirimizin hayatını değiştirmek vardı. Ve karşılaştığımız ilk andan itibaren her şey bambaşka olacak...