Helen ne olduğunu anlamamış bir şekilde Louis'e bakarken Louis yarım bir gülümsemeyle ona karşılık verdi. "Burada olmayı pek sevmedi anlaşılan."
"Teyzemin krallığında da mutlu değildi." diye hatırlattı Helen.
Louis başıyla onayladı. "Onu memnun etmek çok da mümkün değil." Helen konuyu değiştirmek için "Bugün nasılsın?" diye sordu. Louis ona minnetle gülümsedi. "Sadece biraz halsizim. Yarın tamamen ayağa kalkacağıma eminim."
Helen mutlulukla Louis'in yanına oturup elini tuttu. "Seni en yakın zamanda abimle tanıştırmalıyım. Sana ne getireyim ne istersin?"
Louis başını iki yana salladı. "Senden başka bir şey istemem."
Helen elinde olmadan gülümsedi. Bir süre sessizce birbirlerine baktıktan sonra Helen iç geçirdi. "Benim artık kahvaltıya katılmam lazım." diyerek Louis'in yanağına öpücük kondurup odadan ayrıldı.
***
Odadan çıkarlarken Henry Sophie'ye elini uzatınca Sophie iç geçirerek onun elini tuttu. Bu eli ömrü boyunca böyle tutabilmeyi ne kadar da isterdi. Ama Henry tüm hayatı boyunca onu yanında ister miydi bilmiyordu. En ufak bir cümle bile etmiyordu bu konuda. Bu da Sophie'nin canını acıtıyordu.
Yürürlerken Sophie alayla "Karının elini tutmak krallığınıza laf getirmesin efendim." dediğinde Henry tek kaşını kaldırarak ona baktı. "Rahatsız mısın yoksa bu durumdan?"
Sophie gülümsedi. "Rahatsız gibi mi görünüyorum kralım?"
Henry omuz silkti. Sophie dikkatle Henry'e baktı. Kızmış mıydı yani şimdi bunun için? Sophie durduğunda Henry de onunla durup Sophie'nin yüzüne baktı ne olduğunu anlamak için. Sophie somurtmuş bir şekilde ona bakıyordu.
"Ne?" dedi Henry anlamamış şekilde.
"Bana kızdın mı sen?"
Henry kahkaha attı. "Sen bunun için mi durdun?" Sonra düşünür gibi yaptı. "Acaba ne ceza versem ki?" diyerek Sophie'nin dudaklarına eğildiğinde Sophie kalbinin yerinden çıkmadığına hala inanamıyordu. Bu adam bilerek mi yapıyordu tüm bunları?
Ayrıldıklarında Henry muzipçe gülerken Sophie kızarmıştı. Tedirgin bir şekilde etrafındakilere baktı. Tabi ki herkes görmüştü ve Sophie bu durumdan fazlasıyla utanıyordu şu an. Sinirle Henry'nin koluna yumruk attı. "Bilerek yapıyorsun."
Henry'nin onun bu halinden fazlasıyla eğlendiği belliydi. "Ne yapıyorum?" dedi masum bir tavırla. Sophie çileden çıkmış bir şekilde ona bakarak "Beni utandırıyorsun." diye tısladı. Henry gülümseyerek "Karımı öptüm sadece." dediğinde Sophie sinirle önden yürümeye başladı.
***
Anna Marcus'u yemek odasında yalnız gördüğünde sinirle ona bakıyordu. Sanki Mina'nın aşık olduğu koruma oymuş gibi. Marcus selam verip "Günaydın." dediğinde Anna yarım ağızla "Günaydın." dedi. "Neden sen de kraliyet ailesiyle aynı masaya oturuyorsun çok merak ediyorum." Marcus tehlikeli bakışlarla ona döndü.
Marcus'un siniri sadece tek bir anlıktı ya da Anna uyduruyordu. "Krallığımızda kralın sağ kolu aileden sayılır ve aynı masaya otururlar. Bu gelenektir ve babam da kralımızın babasıyla aynı masaya oturmuştur hep." diye açıkladı. Anna duyduklarının etkisiyle yerinde zor durduğunu hissetti.
Mina'nın sevdiği adam Marcus'un babası mıydı yani? O adam başka bir kadınla evlenmiş ve çocuğu olmuştu yani? Anna birden Mina'ya acıdı. Buraya sevdiği adam uğruna gelmesinin hiçbir anlamı olmamıştı demek. Yıllarını boş bir sevda uğruna mı harcamıştı yani?
Anna derin derin nefes almaya çalışırken Marcus çoktan yanına gelmiş ve onu kolundan tutmuştu. Anna Marcus'un yardımıyla zorlukla masaya oturduğunda Marcus'a bakmadan edemedi.
"Yani sen... Henry'nin babasının sağ kolunun senin baban olduğunu mu söylüyorsun?" dediğinde Marcus başıyla onayladı. "Kralın sağ kolu olma babadan oğula geçmiyor ama." dedi alayla. Anna bu adamın küstahlığının aynı babası olduğunu düşündü birden. Çok gençti babasını gördüğünde ama hatırlayabiliyordu.
"Senin ailen de erken ölmüş anlaşılan." Marcus'un uzaklara daldığını görebiliyordu. Sonunda başıyla onayladı. "Ben çok küçükken ölmüşler. Hatırlamıyorum bile." dediğinde Mina işleri kafasında oturtamıyordu.
***
Sophie yemek salonuna girdiğinde gergin bir hava olduğunun farkına vararak kapıda kalakaldı. Ne yapması ne söylemesi gerektiğini bilemeden baktı bir süre. Henry o sürede yanına gelmişti çoktan. O da teyzesi ve Marcus'u izlemek konusunda bir süre ısrar etti. "Günaydın, kızlar nerede?" diye sorduğunda Anna başını iki yana sallayarak "Bilmiyorum." dedi.
Sophie Henry'e buruk bir şekilde gülümsedi. Henry'nin gözleri Sophie'nin dudaklarına takılınca Sophie iç geçirerek önden yürüdü ve yerine geçti. Henry de yerine oturduktan sonra servise başlandı. Helen ve Charlotte da çok gecikmeden masada yerlerini almıştı.
Yemek o kadar sessiz ve sıkıcı geçmişti ki Sophie bir dahakine kendi odasında yemeyi bile düşündü. Helen ve Charlotte arasında da bir gerilim vardı ama bir türlü anlayamıyordu. Sophie sonunda sessizliği bozmak adına "Louis artık iyileştiyse tanışmak isteriz." dediğinde Helen "Evet." Charlotte "Hayır." demişti. Helen ve Charlotte göz göze geldiklerinde Helen resmen Charlotte'un ona diş bilediğini görüyordu.
Sophie ortamın daha çok gerildiğini görünce canı iyice sıkılarak "O zaman yarın tanışalım." dedi. Charlotte "Abim bir prens." dediğinde masadaki tüm gözler onun üzerindeydi.
Sophie ne diyeceğini bilemez şekilde bakarken Henry "Karım da bir kraliçe, senin piç abin ya da daha doğrusu kuzenine hakaret ettiğini hatırlamıyorum." dedi. Sophie Henry'nin onu koruduğuna sevinse mi, ona konuşma hakkı vermediğine ya da sinirlerin iyice gerildiğine üzülse mi bilemiyordu.
Marcus ise eğlence başladı diye düşünerek sessiz köşesinde olanları izliyordu. Helen'in şu dakikadan sonra o adamla birlikte olmayacağını bildiği için içten içe kahkaha atıyordu.
Helen şaşkınlıkla teyzesine baktı. O hep Louis'in meşru bir çocuk olduğunu sanıyordu. Anna başıyla onaylayınca Helen sinirle Charlotte'a baktı. "Neden benden sakladınız?" diye sorduğunda Charlotte sinirle ayağa kalktı.
"Sanki çok da umrumda kibar prenses. Louis'e abinin piç demesi değil de gerçekler umrundaysa sen onu sevmiyorsun demektir." dediğinde Helen gerçeğin tokat gibi yüzüne indiğini anlıyordu. O Louis'i sevmiyordu!
21.02.2019 düzenlendi.
Edit 2: 29.03.2023
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çok Uzak Diyarlardan -Tamamlandı-
Historical FictionSeninle ben çok uzak iki diyarın, iki ayrı masalının birer parçalarıydık. Karşılaşmamız tamamen tesadüfler zincirinden ibaretti. Çünkü kaderimizde birbirimizin hayatını değiştirmek vardı. Ve karşılaştığımız ilk andan itibaren her şey bambaşka olacak...