Foto:Helen
***
BİRKAÇ HAFTA ÖNCE
Sophie Henry'nin ondan uzak olmasının nedeni olarak gördüğü günlüğe boş boş bakıyordu. Eğer o olmasaydı belki de bir şeyler düzelebilirdi ama her şey o kadar üst üste gelmişti ki ne o ne de Henry bu durumu kaldırabilmişti. Gözleri günlüğün kalın kapağına bakarken birden aklına bu günlüğü yakmak geldi. Günlüğü eline alıp ayağa kalktığında alevlerin dans ettiği şömineye yaklaştı. Aralarındaki engel buysa bunu ortadan kaldırmalıydı. Henry'nin bu günlüğü göz önünde tutma nedeni her şeyi hatırlamak amacıyla sürekli okumasıydı. Onun delirmek üzere olduğunu biliyordu aslında. Sophie elindeki günlüğü atmak için şömineye yaklaştığında iç geçirdi. Henry ile aralarının bir de bu yüzden bozulmasını istemiyordu. Ama onun sürekli günlüğü okumasını da istemiyordu. O an aklına gelen fikirle Sophie Marcus'un yanına gitti.
Marcus Sophie'nin ona heyecanla bakan gözlerini görünce birden Henry ile aralarının düzeldiğini düşünerek gülümsedi. Tam ağzını açacakken Sophie "Marcus bu defterin aynısından istiyorum." dediğinde Marcus anlamamış bir şekilde ona bakıyordu.
"Henry'ye içini kendim dolduracağım bir defter verip defterleri ve hayatlarımızı değiştirmeyi teklif edeceğim."
Marcus aptal bir gülümsemeyle Sophie'ye bakarak defteri elinden aldı. Birkaç saat sonra Marcus saraya döndüğünde Sophie'ye ne diyeceğini bilemiyordu. Ona bir şey söylememek en doğru karar gibi görünse de heyecanının neden söndüğünü öğrenmek için soracaktı, biliyordu. O sırada karşısına çıkan Sophie'yi görünce şaşırdı. Sophie umutlu gözlerle Marcus'a bakarken Marcus doğruyu söylemenin mantıklı olacağını düşünerek iç geçirdi.
"Sophie..." dediğinde Sophie Marcus'un sesinde bir şey olduğunu anlamıştı. O kadar zor bir şey istememişti alt tarafı bir defterdi bu.
"Ne oldu Marcus yoksa hemen yapamayacaklar mıymış?"
Marcus kaşlarını yukarı kaldırınca Sophie "Belki Henry'i bir gün idare ederiz." dediğinde Marcus başını iki yana salladı.
"Sophie bu defteri yapamazlarmış."
Sophie anlamamış bir şekilde Marcus' a bakıyordu. "Neden yapılamazmış?"
Marcus iç geçirdi. "Çünkü bu kalitede kağıt bu ülkede henüz yokmuş."
Sophie şaşkınlığını gizlemeden "Nasıl yokmuş, Mina bunu kaç yıl önce yazmış?" diye sordu.
"Bu defter ve kağıdı yeniymiş, yani birkaç yıllık."
Sophie ağzı açık bir şekilde kalakalmıştı. Tüm bunların tek bir açıklaması olabilirdi. Günlük yeni yazılmıştı ve başka bir yerden ülkeye gelmişti. Bunu yapabilecek tek kişi vardı! ANNA!!!
ŞİMDİ
Sophie, Anna'nın ona nefretle bakan gözlerine döndü. "En tehlikeli insan tipi, işini sessizce ve hedefe yakın şekilde yapandır. Sen de onlardan birisin. En yakınımız sanırken bize yalan söyledin."
"Bunu neden yaptığımı sormayacak mısın?"
Sophie omuz silkti. "İkizine olan bağlılığın sapkınlık düzeyinde o ne derse onu yapıyorsun. Nedenini sorgulamıyorsun bile."
Anna sinirle "Sen kardeşlikten ne anlarsın?" diye tısladı.
Sophie Anna'ya aynı ses tonuyla "Kardeşlerim için sevdiğim adamın ölümünü sessizce hiçbir şey olmamış gibi izledim. Henry'e aşıkmış gibi aylardır oyun oynuyorum." dediğinde Sophie ağzından çıkanlara inanamadı. Gerçekten durum bu muydu yoksa sinirle mi söylüyordu bunları? Sophie daha fazla konuşmak istemediğini anlayarak askerlere "Götürün." diyerek arabasına geçti.
Sophie arabada derin derin nefes aldıktan sonra elini kalbine koydu. Bu kadar zaman sonra Alan'ı hatırlaması ne kadar doğruydu? Henry'e karşı rol mü yapmıştı gerçekten? Bunlar nasıl ağzından çıkmış olabilirdi anlamıyordu. "Sadece biraz zaman." diye mırıldandı. "Zaman her şeyi çözecek."
***
Henry, Helen ve Marcus salona girerken kendini koca sarayda yalnız hissetti birden. Anna da arkalarından girince en azından o var diye düşündü. Bu koca sarayda zaman Sophie'den önce nasıl geçiyordu hiçbir fikri yoktu şu anda. Uzun zamandır Marcus ile dışarı çıkıp halkın içine de karışmamışlardı. Yaramazlıklar yapıp Helen'i de deli etmemişlerdi. Galiba Sophie'yle büyümüştü Henry. Şimdi o olmadan ne yapacağını bilemiyordu.
Sessiz geçen bir kahvaltıdan sonra Anna "Hadi hep beraber bir şey yapalım." dedi.
Henry 'Hep beraber ne yapabiliriz?' dermiş gibi bakınca Anna gülümseyerek "Satranç turnuvasına ne dersiniz?" diye sordu.
Henry onun suratına baktı bir süre. Annesi ölmeden önce bu oyunu çok sevdiğini hatırlıyordu ama çok uzun zamandır oynamamıştı. Şimdi bu oyunun gün yüzüne gelmesi gerçekten ona tuhaf gelmişti. Helen ve Marcus'un yüzüne baktığında bunu kabul etmek istediklerini anlayabiliyordu. Henry gülümseyerek "Pekala." dediğinde Helen "Oyunu eğlenceli hale getirelim mi?" diye sordu.
Helen'in sorusuyla gözler ona çevrilmişti. "Kaybeden kazananın istediği bir şeyi yapacak." dediğinde herkes önce şaşkınlıkla birbirine baktı. Sonra başıyla onayladılar. Helen bu oyunu kazanması gerektiğini biliyordu ve kazanmak zorundaydı. Yoksa düşündüğü kadar eğlenceli olmayabilirdi.
Anna'nın ısrarlarıyla oyun masaları dışarıya kuruldu ve bahçede oyun oynamaya başladılar. Kuraya göre Anna ile Helen ve Marcus ile Henry oynamaya başladıklarında bir süre sonra saraydakiler onları izlemek için etraflarına toplanmışlardı.
***
İlter Mary ile karşılaşmalarını hatırlayınca onun bu işlere nasıl bulaştığını anlayamıyordu. Hele ki onun üzerinden haberleri Anna'ya ilettiğini öğrenmek gerçekten canını yakıyordu. Gayet sıradan bir şekilde onu kasabada görmüştü ve kız onu ailesinin evine bırakmasını istemişti. Kızın evine gittiklerinde kasabanın yağmalanmış olduğunu görmüşlerdi. Kızın üzüntüsüne dayanamayıp onu ülkesine götürmüştü. Her şey o kadar doğal gelmişti ki hiç art niyetli düşünmemişti.
Şimdi Mary ona bakarken ne kadar aptal olduğunu fark ediyordu. Sophie onun Marcus'un eski nişanlısı olduğunu söylediğinde güvendiği adamları bu işi araştırmak için görevlendirmişti ve Anna ile bağlantısını öğrenmişti.
Aşk bazen insanın gözünü kör edebiliyordu. Az kalsın o kızla evlenecekti. Bunu düşünmek bile onun midesini bulandırmaya yetiyordu.
***
Anna bir kez daha Mina yüzünden yaşadıklarına bakarken neden hep fedakarlık yapan tarafın kendi olduğunu düşünmeden edemiyordu. Sophie'nin güvenini kazandığını düşünerek büyük bir hata yapmıştı işte. Ama onun istediği tek şey ilk ve tek aşkına yakın olmaktı aslında. Mina ile bunu planlamalarının tek nedeni de buydu. Yoksa ülkesine dönecek Mina da saraya gelecekti ama o aptal gibi aşkın peşinden koşmak istemişti ilk defa.
Sahi aşk neydi? Belirsiz bir hayatın peşinden savunmasız bir şekilde koşmak mıydı, her şeyi göze alıp gerekirse çocuklarını geride bırakıp gitmek miydi? Sophie'nin yaptığı gibi kaçmak mıydı? İlter'in yaptığı gibi körü körüne güvenmek miydi? Helen ve Marcus gibi her ne olursa olsun bir araya gelmek miydi? Sahi neydi aşk?
15.03.2019
Edit 2: 19.04.2023
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çok Uzak Diyarlardan -Tamamlandı-
Ficción históricaSeninle ben çok uzak iki diyarın, iki ayrı masalının birer parçalarıydık. Karşılaşmamız tamamen tesadüfler zincirinden ibaretti. Çünkü kaderimizde birbirimizin hayatını değiştirmek vardı. Ve karşılaştığımız ilk andan itibaren her şey bambaşka olacak...