foto: Anna :)
Helen sinirle karşısındaki adama baktı. Evet tüm hayatı boyunca onu sevmiş olabilirdi ama bu ona onunla alay etme hakkını vermiyordu. "Ukala" dedi sinirle. Sonra da "Bunu hep biliyordun." diye söylendi. "Hep seni sevdiğimi biliyordun!" diye bağırdı.
Helen uzun zaman sonra ilk kez sinirlerinin bu kadar bozulduğunu hissetti. Sinirden elleri titriyordu. "Evet hayatım boyunca senin peşinden koştum salak gibi ama sen ne yaptın?" dedi sinirle. Helen kendisine engel olması gerektiğini biliyordu ama olamıyordu.
"Beni hep avcunun içinde saydın değil mi? Her an elde edebileceğin biri ama hayır Marcus. Bunu yapamazsın artık. "
Marcus Helen'in öfkesini anlayabiliyordu aslında. Ona birazcık ilgi göstermiş olsaydı her şey çok daha iyi olacaktı. Ama o zamanlar bir şey ona engel olmuştu hep.
Helen tüm öfkesiyle "Ben senin peşinden koşan küçük kız çocuğu değilim." dedi tıslar gibi. Gitmek için hızla birkaç adım atmıştı ki Marcus onu yakalayıp kolundan tuttu.
"Nereye? Daha konuşacaklarımız bitmedi." dedi sinirle.
Helen onun da bu olaya kayıtsız kalmadığını görünce sadece bir anlık sevinç dalgası geçti içinden. Ama o kadar kısaydı ki emin olamadı.
"Ne duymak istiyorsun daha?" dedi öfkeyle kolunu çekerek. "17 yaşındaydım hatırlıyor musun Marcus? Tam 5 yıl önce."
Marcus anlamsızca ona bakıyordu. Bir şey olmuş olmalıydı. Zaten Helen de o sıralarda peşini bırakmış onunla konuşmaya çalışmaz olmuştu. Genç kız olduğu ve akıllandığı için bunu yaptığını düşünmüştü ama bir nedeni vardı demek.
Helen eliyle ağaçları göstererek "Orada bir kızı öptün." dedi sinirle. "Sana sürekli seninle evleneceğini söyleyen kızı o zaman kaybetmiştin aslında. Sana bir şans vermek elimde değildi. Aklımda bir soru işareti kalsın istemiyordum. Şimdi bakınca değmezmişsin."
Marcus sinirle iç geçirdi. "Sen her zaman benim prensesimdin, benimle evleneceğini düşünmemem doğru olandı."
Helen gözlerini dikmiş ona bakıyordu. "Ya şimdi fikrini değiştiren ne?" diye sorduğunda Marcus onu kendine çekip dudaklarına sahip çıktı.
***
Sophie huzurla uyuduğu birkaç saatin ardından sanki tüm gece deliksiz uyumuş gibi uyandı. Kocasının yüzünü izledi bir süre. Yüz hatlarını ezberlercesine bakıyordu. Sanki bir gün onun yüzüne hasret kalacakmış gibi. Sophie sonunda yataktan kalkıp perdeleri açtığında Helen ve Marcus'un bahçedeki koşturmasını görerek kahkaha attı.
Henry Sophie onu izlerken uyanmıştı aslında ama onun bu durumunu bozmak istememişti. Perde açılıp yüzüne güneş gelince istemeyerek de olsa gülümsedi. Karısının kahkahasını duyunca merakla yataktan kalktı.
Sophie beline dolanan güçlü kollarla gülümsedi. Henry omzuna öpücük kondurduğunda Sophie istemsizce kıkırdadı. "Günaydın." diye mırıldandı.
"Günaydın, seni ne eğlendirdi bu kadar onu merak ettim."
Sophie gülümsedi. "Gözlerini yüzümden çekip dışarı bakarsan Helen ve Marcus'u görebilirsin."
Henry başını kaldırıp dışarı baktı. "Ne yapıyorlar onlar?" derken sesinden eğlendiği belliydi.
Sophie buruk bir sesle "Aşklarını özgürce yaşıyorlar." dedi. Henry ve o asla böyle yaşayamayacaklardı.
Henry karısının sesindeki burukluğu hissetmişti ama ona tutamayacağı sözler vermek istemiyordu. Tam o sırada Sophie onu çekiştirip "Acıktım." dediğinde gözleri dışarı kaydı. Kardeşi ve Marcus öpüşüyorlardı. Lanet olsun bu kız daha dün başka bir adamla gelmemiş miydi?
Sophie Henry'nin ilgisini çekemeyince hızla onun dudaklarına uzandı ve öpüşürken yavaşça içeri çekti. Nefes nefese kaldıklarında Sophie usulca geri çekildi. Henry küfredip "Lanet olsun Sophie beni kandırdın." dedi.
Sophie uysal bir gülümsemeyle "En azından hala seni baştan çıkarabiliyormuşum." dediğinde Henry ona şaşkın şaşkın baktı.
Bu kız ona nasıl etki ettiğini anlamıyor muydu? "Sen mi?" dedi gülümseyerek. "Sanırım buna seni ilk gördüğüm günden beri alışığım sevgilim." diyerek Sophie'nin dudaklarına uzandı. Sophie'nin aklıysa Henry'nin son sözündeydi.
***
Anna, Helen ve Marcus'un durumuna bakmamak için başını çevirdiğinde pencere kenarında Sophie ve Henry'nin öpüştüğünü gördü. Bu saray tamamen aşk kokuyordu ve burada yaşamak ona zor gelecekti gerçekten.
Helen Marcus'u hızla itip birkaç adım atmıştı ki teyzesiyle göz göze geldi. "Teyze." dedi utançla.
Anna iç geçirerek "O adam bu değil mi?" diye sordu.
Helen utançla ona daha fazla ileri gitmemesini söyleyen bir bakış attı. "Hangi adam?" dedi mırıltıyla.
"Bekaretini verdiğin adam!"
Helen Anna'nın neden bu kadar sinirli olduğunu anlayamıyordu. Sonra Louis'e ne kadar değer verdiğini hatırlayarak acıyla gözlerini yumdu ve başıyla onayladı. Ne olacaksa olsundu. Yalan söyleyecek ve bunu hayatı boyunca devam ettirecek gücü kendinde bulamıyordu. Anna'nın bakışlarında üzüntü mü, şefkat mi yoksa sinir mi vardı? Helen bunu anlayamayarak "Teyze." dediğinde Anna elini kaldırarak onu susturdu.
Gözleri Helen'den Marcus'a kaydığında "Bizim krallığımızda kadından kadına geçen bir gelenek var bilir misin Helen?" diye sordu. Helen bir an teyzesinin ne demek istediğini anlamadı. Sonra birden annesinin bekaretini bir adama bilerek veren kızların o adamla evlendiklerini anlattığını hatırladı. Ama o annesinin ve teyzesinin krallığındaydı. Helen'i ilgilendirmezdi.
"O kural burada yok teyze." dedi sakin bir tavırla. Teyzesini daha fazla kızdırmak istemiyordu. Anna sinirle "Burada yok ama sen bizim krallığın soyundansın Helen. Bunu reddetmen anneni reddetmen anlamına gelir."
Helen bunları duymayı hiç beklemiyordu işte. Yani bu kurallara göre Marcusla evlenmesi mi gerekiyordu. Helen anlamsızca önce teyzesine sonra da ona alayla gülümseyen Marcus'a baktı.
"Annemi reddedemem ama bu adamla da evlenemem. Buraya Louis ile evlenmek için geldiğimi biliyorsun."
7.2.2019 düzenlendi
Edit: 14.03.2023
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çok Uzak Diyarlardan -Tamamlandı-
Ficción históricaSeninle ben çok uzak iki diyarın, iki ayrı masalının birer parçalarıydık. Karşılaşmamız tamamen tesadüfler zincirinden ibaretti. Çünkü kaderimizde birbirimizin hayatını değiştirmek vardı. Ve karşılaştığımız ilk andan itibaren her şey bambaşka olacak...