Helen'in o an duymak istediği en son şey abisinin sesiydi. Marcus kralın sesini duyduğu an Helen'i bıraktı. Şimdi ikisi de Henry'e bakıyordu ne yapacaklarını bilemeyerek. İlk toparlanan Helen oldu. "Abi... ben de tam seni görmeye geliyordum ama Marcus önüme çıkınca..." diye açıklamaya çalıştı gereksizce. Henry'nin duymak istedikleri bunlar değildi. "Size ne olduğunu sordum." dedi başka bir şey duymak istemediğini kesin bir dille ifade etmişti.
Helen başını kaldırdı. Eğer ezik durursa abisi bir şeyleri gerçekten yanlış anlayabilirdi. Hoş Marcusla tam da o durumda görünmüşlerdi ama o buna aldırmadan konuştu. "Ne olabilir ki? Her zamanki gibi kavga ediyoruz. Onu saraya geri alırken bana da sorsaydın böyle olmazdı."
Henry inanmadığını yüz ifadesinden açıkça belli ediyordu. Yine de Marcus'a döndü cevap beklediğini belli ederek. Marcus sadece başıyla onaylayınca Henry kardeşinin ve sağ kolunun hayatlarını değiştiren o cümleyi söyledi. "En kısa zamanda evleneceksiniz." diyerek odasına ilerledi.
***
İlter babasının mektubunu alıp yola koyulmuştu. Yanında onu koruması için bir adam vardı ama ona güvenmiyordu. 3 yıl önce amcası babasını sırtından vurup tahta çıktığından beri hiç kimseye güvenmiyordu. Tahtı amcasına ve Sophie'ye bırakmışlardı da ne olmuştu? Zaferle geri döndüklerinde amcası kardeşlerini esir almıştı ve onları ancak kral olursa bırakacağını söylüyordu. Babası çocuklarına kıyamamıştı ve ülkeyi kardeşine bırakmıştı. Neyse ki amcası sözünü tutmuş ve kardeşlerini vermişti.
Yanındaki adam hiç konuşmuyordu. Ne konuşabilirlerdi ki? Hangi savaşta kaç kişiyi öldürdüklerini mi? Babası ısrar etmese bu adamı yanına almazdı. Adamın onu öldürmeyeceğinin bir garantisi yoktu çünkü. Boşuna yanında yer kaplıyordu ve bir gün boyunca bu adamla at sırtında yolculuk etmek zorundaydı. Herhangi bir durumda onu korumak zorunda mı olacaktı? Ya adam? Ne tepki verecekti?
***
Mary saray bahçesinde boş boş geziyordu. Sarayda olmak ona fazlasıyla acı veriyordu. Kendini hiçbir zaman buraya ya da bu insanlara ait hissetmemişti. Evine dönmek istiyordu ama Marcus... O da onunla gelmeliydi. Parmağındaki yüzüğe bakınca içinin acıdığını hissetti. Marcus onun kanayan yarasıydı. Sevdiği adamla nişanlıydı ama adam onu hiç umursamıyordu. Tüm çocukluğu onu uzaktan izlemekle geçmişti. Şimdi hala aynı durumdaydılar. Onunla konuşma çabaları hep boşunaydı. Marcus onu kardeşi gibi görüyordu. Bu nişan için de babasını suçlamıştı. Mary dün annesini ziyaret ettiğinde Marcus'un oraya hiç gelmediğini öğrenmişti. Belki de kaçmıştı. Artık o hiçbir yere bağlı kalamazdı. Onun ruhu zaten buna uygun değildi. Dalgın dalgın yürürken yanına gelen kişiyi görmemişti bile.
"Ne düşünüyorsun böyle kara kara?" sorusuyla irkildi. Eleni'yi gördüğünde gülümsemeye çalıştı. "Merhaba, nasılsınız?" diye sordu kibar olmaya çalışarak. Bu kadının kim olduğunu sarayda herkes biliyordu. O yüzden yan yana görünmekten huzursuz olsa da bir şey diyemedi.
"Neden bu kadar solgunsun?" diye sordu yaşlı kadın şefkatle. Mary söyleyip söylemekte kararsız kaldı bir süre. "Yanlış zamanda yanlış yerde bulundum." diye üstü kapalı bir cevap verdi.
"Ve yanlış kişiye aşık oldun, değil mi?" diye sordu tecrübelerine dayanarak. Mary yaşlı kadının bunu nasıl anladığını düşündü bir an. Sonra başıyla onayladı. "Hep böyle can yakıcı mıdır?"
Eleni gülümsedi içtenlikle. "Doğru zamanda, doğru kişiyleyse değil. Onun dışında biraz eziyetli oluyor tabi."
Mary anladığını belirtmek için başıyla onayladı. Sonra gözünden bir damla yaşın süzülmesine izin verdi. Bir ömür o adamı sevmişse doğru adamın gelmesinin pek de bir anlamı yoktu sonuçta, değil mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çok Uzak Diyarlardan -Tamamlandı-
Ficción históricaSeninle ben çok uzak iki diyarın, iki ayrı masalının birer parçalarıydık. Karşılaşmamız tamamen tesadüfler zincirinden ibaretti. Çünkü kaderimizde birbirimizin hayatını değiştirmek vardı. Ve karşılaştığımız ilk andan itibaren her şey bambaşka olacak...