"Oflaz, sana bir şey göstereceğim ama sakin ol." Gözlerimi bilgisayardan ayırıp ona baktığımda koltukta yanıma oturdu. Bir eli ağzını kapatırken diğeri telefonunu uzatıyordu.
Yine ne haltlar karıştırıyorsun, dercesine bakınca omuz silkip kafasını iki yana salladı. Kaşlarımı çatarak elime aldım telefonu. "Ya dalga mı geçiyorsunuz?" diye kendi dilimde yükselince tutmak için doğa üstü çaba sarf ettiği kahkahasını seslice bıraktı. Türkçe konuşmam ayrı bir zevk veriyordu, şüphesizdi. Sırf kendi kendime söylenmem için uğraştığı zamanlar oluyordu. Hoşuma gitmiyor değildi doğrusu. Hiç kimse birilerinin kendi dilinde konuşmasını istemiyordu, rahatsız oluyorlardı. Bu yüzden yanında rahatlıkla Türkçe konuşabildiğim, hatta konuşmama zorlayan bir insan olması güzel oluyordu. "Gülme," dedim işaret parmağımı uzatıp, bakışlarımı tekrar telefona çevirirken. Takım sosyal medya hesabına maçtan bir fotoğrafımı atmıştı. Topa yükselirken. Suratım buruşmuş. Ağzım gözüm kaymış. Daha doğru dürüst bir hayran kitlesi yakalayamamışken. "Bu hesabı kimin yönettiğini biliyor musun?"
Kafasını iki yana salladı alt dudağını daha fazla gülmemek için ısırırken. Bana bu kadar eğlenerek bakarken içimde bildiğine, fotoğrafın kaldırılmasını istemediğine dair bir his vardı. İfşamın konulması değildi önemli olan. Bunun için erkendi sadece. "Hiç değilse altına güzel şeyler yazmışlar," dedi sonunda susabildiğinde. Gözlerimi devirip yeniden bilgisayarıma döndüm. Omzuma yaklaştırdığı kafasını hissedebiliyordum. "Neye bakıyorsun?"
"Haber," dedim omuz silkip.
"Gündeminde ne var? Sen mi?" dedi alayla, ekrana bakıp spor haberlerinin açık olduğunu görünce.
"Aynen." Maç değerlendirmemi okurken Christian pozisyonunu bozmamış, benimle birlikte okumaya başlamıştı.
İlk satırları okuyup ekranda aşağıya kaydığımda omzumu dürtüp "Daha yavaş," dedi. Takımın diğer oyuncularının da performanslarına değinmişlerdi kısaca, tahminen onu okuyordu.
Sayfayı okuduğumda hakkımda yazılan son cümleyi gösterdim parmağımla. Böyle devam ederse dizilişte kalıcı bir yer edinebilir, yazıyordu. "Sen de böyle mi düşünüyorsun?"
Cümleyi okuduğu gibi kafa salladı. "Şahsen ben sen geldiğinden beri forvet olmadığım için seviniyorum. Pozisyonumu koruyabileceğim için." Kalkmış kaşları ve havaya kıvrılmış dudaklarıyla söylediği cümlede son derece samimi görünüyordu.
Gülerek önüme döndüm ve arama çubuğuna özlemiyle tutuştuğum takımımı yazdım herhangi bir gelişme olup olmadığını görmek için. Son maçlarının skoru çarptı gözüme. 1-1 bitmişti. Golün asisti Feza'dandı. Adının üstüne tıklamaktan alıkoyamadım kendimi.
Ekranın kenarında fotoğrafları çıkıncı iç çekmemek için zor tuttum kendimi. Yanı başımda telefonla oynayan Christian'ın binbir farklı sorusunu dinlemek istemiyordum.
Baş parmağımı dişlerken fotoğraflarında gezindim biraz. Ciddi anlamda çok özlemiştim, hem onu hem Pamir'i.
Kafamı dağıtmak için bilgisayarın kapağını indirdim ve ayaklanıp mutfağa yöneldim. Acıktığımı hissediyordum. "Bir şeyler ister misin?"
Omzumun üzerinden dönüp baktığımda telefonuna bakmayı iki saniyeliğine bırakıp gülümseyerek "Hayır, teşekkür ederim," dedi ve yarım bıraktığı işine geri döndü.
"Ne demek," diye kendi kendime mırıldanıp mutfağa gittim. Asosyalliğin dibine vurup bir o kadar da sosyal olmayı nasıl başarıyordu, anlamıyordum.
Daha hiç bir şey yapamadan tabağı dolaptan çıkardığım gibi yere düşürdüm. Tok bir gürültü yükselirken adım sesleri duyuldu, Christian kapıda belirdi. "Ne oldu?" Endişeli suratı yerdekileri görünce onaylamaz bir hale büründü. Cevap vermeden diz çöküp bardağın parçalarını toplamaya giriştiğimde yanıma yaklaşıp yardım etmeye başladı. Uğraşmadan da edemedi tabii. "Sırf zararsın," dedi sessizce kıkırdarken. Kafamı kaldırıp kıvrılmış kaşlarımla hayret içinde bakınca gülüşü arttı. "Arada gol atıyorsun ama. O da bir şey." Omzuna vurduğumda yere tam olarak çökmediği için dengesini kaybedip poposunun üstüne düştü. Bir yandan da inatla gülmeye devam ediyordu.
"Çık, ben hallederim," dedim kıstığım gözlerimle onu izlerken. Alayla yüzüme bakarken uzanıp bir parça aldım elime. Tam olarak alamamıştım aslında. Parmağımın üzerine duracak şekilde elime batmıştı.
Ben parmağımı kaldırmış, üzerindeki porselen parçasını incelerken "Aynen, aynen, halledersin," deyip eski pozisyonunu aldı. Camı çıkarıp kanayan parmağımı pantolonuma sildim.
Pisliği temizledikten sonra salona geçerken "Pizza mı?" dedi yüzündeki amma beceriksizsin be, diye bağıran oyuncu sırıtışla. Göz devirip kafa salladım. Sehpanın üzerindeki telefonunu alıp internetten siparişini verirken yanına oturmamı işaret etti. "Şimdi ben internetten sipariş edeceğim, tamam mı? Orada ne isteyip ne istemediğini seçebiliyorsun. Siparişini veriyorsun sonra kapına kadar getiriyorlar." Düz bir surat ifadesi ve bayık gözlerle bakınca kaşlarını kaldırarak iç çekti. "Ha sen interneti de bilmiyorsun. En başından anlatayım mı?" Aynı bakışla bakmaya devam edince "Şimdi bu internet," diye başladı. Sinirle ve tüm gücümle koluna vurduğumda kahkaha atmaya başladı.
"İngiltere'nin popüler şeylerini bilmiyor olmam beni yaşlı yapmıyor."
"Bu cümleyi kurman yapıyor ama," diye uğraşmaya devam etti.
"Hatırlat da seni bir ara İspanya'ya götüreyim."
Kolunu ovarken "Özel bir isteğin var mı?" dedi kıkırdamasına ara vermeyip.
Omuz silktim. "Pizzayı her türlü yerim."
"Tercihler benden o zaman," diye mırıldandı çattığı kaşlarıyla işlemlerini hallederken.
Çalan kapıyla boş boş onu izlemeyi bırakıp ayaklandım. "Bu kadar çabuk mu?"
Dudağını büktü. "Değişiyor."
Merakla kapıya yöneldim. Çatılı kaşlarımla açtığım kapının önündeki insanların kim olduğunu kavramam için biraz zaman geçmesi gerekmişti. Sonrasında ağzımdan sadece iki kelime çıkarmayı başarabilmiştim. "Ne alaka?"
yeni bölümü elimden geldiğince hızlı yazmaya çalışırım

ŞİMDİ OKUDUĞUN
90+
Teen Fiction"Yahu arkadaş, bunca yıllık forvetim, sana yaptığım ataklarda düştüğüm kadar ofsayta düşmedim." Oflaz'ın Hikayesi