"Düz bir insan olduğumu biliyorsun, değil mi?"
"Lütfen bana iki saat bunun için beklediğimi söyleme." Anlamsız bakan yüzüne sinirim bozulmuş şekilde gülmeyi bırakıp çıkıştım. "Ben de öyle sanıyordum. Ama tut ki beni öpen de sensin," dedim tamamen kontrolüm dışı elimin tersiyle omzuna vurarak. Galibiyeti kutlamak için takımla çıktığımız yemeği kendime böyle bir açıklama için zehir ettiğimi düşünmek istemiyordum. Oturup sohbete katılmak dururken aklımda konuşmamızın nasıl biteceğine dair bin bir çeşit sahne kurmakla meşgul olmuştum. Hiçbir sahnede böyle bir konuşma yoktu. Dolayısıyla hazır hissetmeme rağmen tökezlememe engel olamamıştım.
"Ne?" Sen söyle, der gibi kaşlarımı çatıp elimi havada sallayınca sol elinin parmaklarını gözlerine bastırdı aklını toparlamak istercesine. Hak vermiyor da değildim, yemek boyunca önüne konulanı içmişti. "Öyle değil," dedi en son, yutkunduktan sonra. "Konuşma olarak düz. Düşündüğümü, hissettiğimi söylerim demek istedim." Dudağımın kenarı kıvrılırken iki cümleyi bir araya getiremediği zamanlar ne kadar masum göründüğünü fark ettim bir kez daha.
"Bunun için fazla yanlış bir cümle seçtin." Gülümsememi görmemesi için yanağımın içini dişledim ve duygusuz ifademe büründüm tekrar. "Devam et."
"Bana bir saniye ver."
"Zaten iki saat verdim," dedim ama itiraz etmeden birkaç derin nefes alıp yutkunmasını bekledim. Oturduğum yerde aşağı kayıp bakışlarımı açık gökyüzüne çevirdim. Tüm yıldızları sayabileceğim kadar açıktı hava. Böylesi bir konuşmayı soğuğu da göze alıp bahçede yapmamıza sevinmiştim. Ne zaman kapalı bir ortamda yan yana dursak nefesimi bulamıyordum adeta. Kendisi yetmiyormuş gibi bu bilinmezlik de boğazıma çöküyordu.
"Özür dilerim."
Sonunda konuştuğunda kafamı kaldırıp bakışlarımı ona çevirdim ama o birbirine kenetlediği ellerine bakmakla meşguldü. "Neden?"
"Düşüncesizce davrandığım için." Cevap vermeyip önüme bakmaya başladım. Düşüncesizce davrandığı doğruydu ama diğer türlüsünü de düşünemiyordum. Öpmeden önce sorması çok mu gerekliydi? "Neden öyle bir şey yaptığımı bilmiyorum. Çok yakındaydın. Tabii daha önce çok kez yakın olmuştuk ama bu defa... Bilmiyorum, farklıydı sanki." Derin bir nefes bıraktı havaya, başını oturduğumuz salıncağın sırt kısmına yaslarken. Duruşunu bozmadan bakışlarını bana çevirdi sonra. "Ama," dedi, birkaç saniye bekledi, aniden hızlı bir hareketle dikleşti ve bacağının birisini altına alarak bededini bana çevirdi, "bu söyleyeceğimi nasıl karşılarsın, onu da bilmiyorum, yine de söyleyeceğim. Seni bilinçli bir şekilde öptüm ve..." Gözlerime bakmayı bırakıp dudaklarını birbirine bastırdı. "O andan başka bir şey düşünemiyorum."
Ağzım açık şekilde bakakalmıştım. Tek istediğim ondan olabildiğince uzaklaşıp kafamı toparlamak, olaylara öylece dalmamaktı ancak karşımda oturmuş, tam olarak duymak istediğim şeyleri söylerken ona kapılmaktan başka bir şey yapamıyordum. Farkında bile olmadan inişli çıkışlı bir yola giriyordu, benim çoktan üzerinde yürüdüğüm yola. Buna engel olmak istiyordum. Belki elle tutulur bir şey bile hissetmiyorken bu kadar zor şeyler yaşaması gereksizdi. Kaldı ki onun benim gibi hissettiğini de düşünmüyordum.
"Bunca zamandır," diye söze başladım ama sesim çok güçsüz çıkmıştı. Yutkunup yeniden başladım cümleme. "Bunca zamandır senin karşı cinse ilgi duyduğunu sanıyordum. Üstelik oda arkadaşınım. Bana söylemesen de fark etmem gerekirdi."
"Ne demek istiyorsun?"
"Bana karşı bir şeyler hissettiğini düşünmüyorum."
Birden söylediğim cümleyle bunu beklemiyormuş gibi kaşlarını çatıp geriledi. "Vay be." Kırıldığı yüzünden anlaşılıyordu. "Sadece olmayacağını söyleyebilirdin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
90+
Ficção Adolescente"Yahu arkadaş, bunca yıllık forvetim, sana yaptığım ataklarda düştüğüm kadar ofsayta düşmedim." Oflaz'ın Hikayesi