Hayatımda gördüğüm en İngiliz kelime olan 'mate' Türkçeye neden buram buram Amerikan kokan 'dostum' olarak çevrilir ki
"Sarhoş olduğumu da nereden çıkardın?"
"Üzerime adeta yatıyor olman dışında bir sebep mi istersin?" Ağırlığını dengelemek için omzumdaki kolunu biraz daha öne çektim.
"O kadar sarhoş değilim. Beni taşıman hoşuma gidiyor sadece. Yürümeme gerek kalmıyor," dedikten sonra komik bir şey söylemiş gibi kahkaha attı.
Kapısını kapatıp bedenini koltuğa bıraktım. "Yarın antrenman var."
Ciddi bir ifadeye büründü, yumruğunu sıkıp kol kaslarını gösterdi. "Güçlüyümdür, merak etme. Koç fark etmez bile." Sırılsıklam olmuş ceketini çıkardı sonra. Arabayla gelmiştik ama öyle bir yağmur yağıyordu ki kapıya gelene kadar her tarafımız ıslanmıştı.
"Başının çaresine de bakabilirsin o zaman," dedim sorarcasına, gitmemi mi kalmamı mı istediğini görmek için.
Kafasını iki yana salladı. "Bakamam. Kalmak zorundasın." Çok sıradan bir şey söylüyormuş gibi bir mimiğinin bile oynamamasına güldüm istemsizce. Ceketimi çıkarıp yere bıraktım. Koltukta yanına oturduğumda şapkasını da çıkardı kafasından. Kulübe ilk geldiğimde, havalar henüz sıcakken bere takıyordu. Havalar hızla soğuyorken ise şapka takmaya başlamıştı. "Bir şeyler eksik," diye kendi kendine söylenirken şapkanın metalinin ters taktığı için gerisinde bıraktığı izi geçirmek amacıyla işaret parmağımı uzatıp alnını ovaladım. Refleks olarak yapmış ve hiçbir amaç gütmemiştim. Daha ziyade çocuğuyla ilgilenen bir ebeveyn hissi vardı üzerimde. Ki Christian'ın çakır keyif olduğu ve benim gün boyu ona bakacağım gerçeğini hesaba katarsak haksız da değildim. "Müzik!" diye oturduğu yerde yükseldi birden. Televizyonun altındaki ses sistemine yürürken yine de sarhoş değil gibi duruyordu. Bunlar her zaman yaptığı şeylerdi. Mutlaka yapacak bir şeyleri olurdu. Ağzından asla "sıkıldım" kelimesi duyulmazdı.
Hoparlörden James Arthur'un sesi yükselmeye başladığında Christian eline kumanda almıştı. İlk önce şaşırsamda hemen ardından gülmeye başladım. Kötü sayılmayan sesiyle şarkıya eşlik etmeye başladı. "I'm just not sure my heart is working," dedi üzerime doğru adımlarken. Dudağımı büktüm hayretle. "And yours is beating double time." Elimi göğsüme bastırdım benim mi, dercesine. "Deep down you know I ain't even worth it." Kafasını iki yana salladı yapmacık bir üzüntüyle. "Is not enough babe, all I do is make you cry." Parmağını gözünden çenesine doğru gezdirdiğinde gülüşüme engel olamadım.
Hafifçe sekmeye başladı olduğu yerde. "You deserve better, better, better than me," dedi parmağıyla beni gösterirken. "Might be what you want but I'm not what you need. You're better than you even realize."
"Hayır, hayır," diye araya girince kafasını salladı söylemeye devam ederken.
"You deserve better, better, better than me. Might be what you want, but I want you to see. You're better off without me in your life," dedi elini hızla göğsüne bastırırken. Dizleri üstüne çöktü birden. "And I hope you find somebody else. That will love you like nobody else. And I hope he gives you something real." Elinin birisini dizime koydu gözlerime bakıp başını sallarken. "Oh, I love you still." Kafasını arkaya atıp söylemeye başladı sonra. "But you deserve better, better, better, better." Ayaklandı ve yavaş yavaş yürüyerek eşlik etmeye başladı. "Give up on me cause babe I'm hopeless. The more it hurts the more it's right." Aniden bana dönüp "You know I loved, I just never showed you," dedi parmağı yeniden beni bulurken. "It'll be too late when you're with some other guy," dedikten sonra alt dudağını sarkıttı.
Şarkıyı sonunda bitirdiğinde kendini yanıma bıraktı. "Deme öyle," dedim kafamı koltuğun sırt kısmına yaslayıp ona bakarken, kahkaha atmamak için kendimi sıkarak.
Yeni bir şarkı başladı ama eşlik edemeyecek kadar yorgun görünüyordu. "Sanırım sarhoşum," dedi karşısına boş boş bakarken.
"Hadi canım," dedim elimle ağzımı kapatıp.
Hala ıslak olan saçlarını alnından uzaklaştırıp eliyle kendine yelpaze yaptı. "Çok az. Çok çok az." İşaret parmağıyla baş parmağını yaklaştırıp tek gözünü kısmasını izledim.
"Kesin kesin, inanıyorum."
Aklına bir şey gelmiş gibi yandan yandan bakarken tek kaşını kaldırıp gülümsedi. "Uptown Funk açayım mı?" Omuz silktim iki saniyede yenilenen enerjisine şaşırarak. Ona da eşlik etti aynı neşeyle. Ancak bu bitişte daha yorgundu. "Tam şu anda uyuyabilirim."
"Uyuyabilirsin. Korkma, ben buradayım," der demez yumruk yedim koluma.
"Altı üstü hayranın olduğumu söyledim. Kahramanım gibi davranmayı kes."
Ellerimi havaya kaldırırken gülmeye devam ediyordum.
Cebinden zorlukla telefonunu çıkardı. Kaşlarını çatarak oyalandı bir süre. Gördüğü bir şeyle küçük bir kıkırtı kaçtı ağzından. Telefonu çevirip bana gösterdi sonra. Hikayesini gösteriyordu. "Attın mı cidden?" dedim kalkmış kaşlarımla.
Gülümserken abartılı bir şekilde kafa salladı. Yemekte karşısında otururken telefonunu çıkarıp ona bakmamı söylemişti. Fotoğraf çekeceğini sanmıştım, bayık bayık bakmıştım kameraya. Sonrasında Christian kahkaha atınca ona bakarak gülmüştüm.
Bunların kayıt olduğunu yeni öğrenmiştim. Kafamı kaldırıp ona baktığım ve güldüğüm an, hiç itiraz edemeyecektim, şirin hatta biraz masum görünüyordum.
"Ama insanlar çok beğenmiş. Gerçi takımdakiler birazcık dalga geçmiş olabilir."
"Ne diye?"
"Henüz 16 yaşında gibi duruyormuşsun."
Kafamı salladım iki yana. Telefonuyla oynamaya devam etti bir süre. "Oyuncağını bulduysan ben gideyim."
Hala elinde olduğunu yeni fark etmiş gibi "Pardon," deyip diğer koltuğa fırlattı telefonu. Yanında olduğunda oynayacağını bildiği için bırakması gereken zamanlarda uzak bir yere koyuyordu. Hayatımda gördüğüm en bağımlı insandı. "Bizimkiler grupta bir tartışma başlatmış da onlara bakıyordum. Bir insanda aradığın ilk özellik."
"Ne diyorlar?"
"Alex tahmin edeceğin üzere vücut diyor. Gerald öz güven diyor. Diğerlerine bakamadım."
"Sen ne düşünüyorsun?"
Omuz silkti. "Bilmem. Hiç düşünmedim. Sen?"
Sadece iki saniyemi aldı düşünmek. "Dürüstlük."
Bana bakmayı bırakıp oturduğu yerde aşağı kaydı. Ellerini ağzına kapatıp esnedi ve mayışmış sesiyle konuştu. "Sır kariyer bitirici derecede olsa bile mi?"
Kaşlarımı çatıp "Nasıl yani?" dedimde cevap alamamıştım. Uyumuş ya da sızmıştı, bilmiyordum. Yüzümü sıvazlayıp kafamı koltuğa yasladığımda aklıma yemek geliyordu.
"İster inan ister inanma ama sen şu an takımdaki en yakın olduğum insansın," demişti yemeğin ne alaka olduğunu sorduğumda. İki haftaya bir yemeğe çıkan ve ikisi de evli olan Toby ve Connor'ı göstermişti sonra. "Arkadaşlar yemeğe çıkar. Normal bir şey bu."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
90+
Novela Juvenil"Yahu arkadaş, bunca yıllık forvetim, sana yaptığım ataklarda düştüğüm kadar ofsayta düşmedim." Oflaz'ın Hikayesi