Bana hayretle bakarak "Sen O'sun..." diye fısıldadı "Katil Prenses...".
Burda da takma ismimi duymak bir tuhaf hissettirmişti. Kan içmeye gelmiştim aslında ama bu çocuğun beni yere çivilediği kısacık bir kaç saniye içinde "Belki..." diye düşünmüştüm "Ben aslında olduğum kişi değilimdir...". Ama bu çocuğun sözleri bana kendimi, buraya niçin geldiğimi hatırlatmıştı. Siyahlı çocuğun söyledikleri... Evet tuhaftı ama sanki... Sanki uzun zaman sonra bir şeyler hissetmiştim. Şey gibi... Şey... Nasıl deniyordu? Hah, biraz üzgün gibi hissetmiştim. Açıkçası bir şeyler hissetmek -acı ve o sıkıcı boşluk hissi dışında bir şeyler hissetmek gerçekten tuhaftı. Heyecan vericiydi. Bir şeyler hissetmenin güzelliği... Çok hoştu bu. Çocuk şaşkın şaşkın bana bakıyordu hala. "Sen O'sun değil mi?" diye sordu yine "Sen Katil Prenses'sin. Seni ilk gördüğümde şüphelenmiştim ama sivri dişlerin o olduğunu ortaya koyuyor.". Çocuk kim olduğumu biliyordu. "Evet ben Katil Prenses'im." dedim, sonuç olarak inkar etmenin anlamı yoktu. "Bırak ellerimi." Geçerli bir sebep bulmaya çalıştım. Hiç kimseden beni bırakmasını istememiştim daha önce. En sonunda "Bileklerim acıyor." dedim. Çocuk güldü. Bembeyaz dişleri ve teni kapkaranlık odasının penceresinden giren ayışığını yansıtıyor, parlıyordu. "Canının acımadığını biliyorum." dedi çocuk ellerime bakarak "Söylenenlere göre çok daha büyük acılara katlanmışsın daha önce.". Şaşkınlık. Evet bir şeyler hissetmek gerçekten ilginçti. Keyifle gülümsedim. Bu seferde çocuk şaşırmış gibiydi "Yoksa sen Katil Prenses değil misin?" diye sordu sırıtarak "Ya da Katil Prenses'in gerçekten gülümsediğini gören ilk kişi olabilir miyim acaba?". "Öylesin." dedim düşünmeden "Şimdi beni serbest bırak. Hançerim üzerine yemin ediyorum ki sana zarar vermiyeceğim. Dur veya. O kadar da güçlü olamazsın, değil mi?" dedim. Çocuk sırıttı ve "Dene bakalım." diye yanıtladı beni. Yeraltının en kana susamış katillerinden zorlanmadan kaçabilen ben bu çocuğun kollarından kurtulamıyordum. "Melez gücü." dedi sırıtarak "Biz melezler -özellikle de en güçlülerimiz- normal insanlardan çok daha güçlü olduğumuz için daha önce dövüştüğün katillerle kıyaslama beni.". En sonunda pes edip "Peki." dedim "Hançerim üzerine yemin ederim ki beni serbest bırakırsan bir şey yapmıyacağım." . Çocuk hakkımda çok şey duymuş olmalıydı ki bu yeminim üzerine bileklerimdeki ellerini gevşetti. Kalkıp doğruldum ve uzun, çok uzun zamandır yapmadığım bir şey yaptım. Elimi uzattım ve "Ebony." dedim. "Nico di Angelo." dedi çocuk uzattığım eli sıkarak. "Odan güzelmiş." dedim etrafı inceleyerek. "Konuşuyorsun." dedi Nico şaşırmış bir şekilde. Nico'ya baktım ve (ikinci kez) içimden geldiği için gülümsedim "Ne o? Ben insan değil miyim?". Nico sırıttı "Hayır değilsin.". Bunu ben de biliyorum ama ondan duymak... İncitmişti. Yani ben onları öldürmeden önce çoğu insanda aynı şeyi söylerdi. Gözlerimin içine bakar ve sanki beni incitebilecek kadar değerlilermiş gibi "Sen insan değilsin." derlerdi. Ben de onlara sivri dişlerimi göstererek gülümser ve kanlarını içerdim. Mutlu son (benim açımdan).
Ama bunu Nico'dan duymak... Bilmiyorum... Kırıldım? Aniden bir şeyler hissetmek o kadar da cazip gelmemeye başladı. Nico surat ifademe baktı ve sırıttı (Tanrılar... Bu çocuk çok fazla sırıtıyor.) "Evet insan değilsin. Ben de değilim. Bu kamptakilerin hiçbiri insan değil. Yani Rachel dışında hiçbiri demek istedim. Hepimiz yarı insan yarı tanrıyız. Bizim gibilere 'melez' denir. Annen ve ya baban Yunan tanrılarından birisi olmalı. Yoksa Kheiron seni buraya getirmezdi." dedi. Rahatladım. Yaklaşık 10 yıldır hiç bir şey hissetmedikten sonra bu gece bu kadar çok şey hissetmek çok tuhaftı. Daha da tuhaf olan şeyse Nico'nun sözlerinin beni üzebildiği gerçeğiydi ama o zamanlar bunun üstünde çok durmazdım. "Peki..." dedim "Senin tanrı ebeveynin kim?". Aniden Nico'nun yüz hatları sertleşti. "Hades." dedi nefret dolu bir sesle. "Hades kimdi?" diye sordum. Dediğim gibi şu tanıyım şeysinin çok saçma olduğunu düşündüğümden dinlememiştim. "Tanıtımı dinlemedin, değil mi?" diye sordu Nico. Yalan söyleminin gereği yoktu "Evet." dedim. Böylece Nico bana mitolojiyi anlatmaya başladı...
En sonunda Nico anlatmayı bitirince beynim pelteye dönmüş bir şekilde "Hım... Tamam." dedim. Nico gülümsedi ve "İnanması güç gerçekten, değil mi?" diye sordu. Düz bir sesle "Hayır." dedim. Nico kafası karışmış bir şekilde bana baktı. "Daha önce yeraltına gittin... Di mi? Yeraltında kullandığım ismi biliyorsun sonuç olarak." dedim. Nico başıyla onayladı. "İşte yeraltında çok fazla şu kiklop dediğin canavarlardan vardır. Antrenman yapmak için her gün bir iki tane avlardım.". Nico oldukça şaşkın bir şekilde bana baktı ve "Tek başına bir kiklop öldürmek bile güç bir iştir. Nasıl her gün iki yane öldürebiliyorsun?" diye sordu. "Çok... Yavaşlar." dedim "Ve ben çok hızlıyım. Çok derken, gerçekten çok demek istedim. Benim kadar hızlı hareket eden bir şeyle karşılaşmadım henüz. Şu sentor hariç.". Nico anladım dercesine onayladı beni. Derin bir nefes aldım ve "Gitsem iyi olucak Hades'in oğlu." dedim. Nico üzgün bakışlarla bana baktı ve "Ebony..." dedi "Gerçek dünyada önüne geleni öldüremezsin, biliyorsun di mi?". "Gerçek dünya dediğin nedir, Nico?" diye sordum. Nico bana baktı. Bir şeyler planlıyor gibi gözüküyordu. Siyah, dağınık saçlarını eliyle karıştırdı ve "Eh..." dedi "Gerçek dünya anlatılmaz yaşanır! Gel seninle New York'a bir gece ziyareti yapalım."
EH... PEK İÇİME SİNEN BİR BÖLÜM OLMADI AMA SONU GÜZEL BİTTİ :D ÇOK FAZLA KONUŞMA OLDU SANIRIM. YANİ GENELDE SİZİ BÖLÜMDEN SOĞUTMAMAK İÇİN SÖYLEMEZDİM AMA... NEYSE İŞTE. NICONY'YE GERİ DÖNDÜK!!! UMARIM SEVMİŞSİNİZDİR! :D
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OCEAN [Nico di Angelo]
Fanfiction{THE DARK ONES SERİES BOOK #1} Karanlıkta, sessizlik içinde oturan Nico'ya baktım. Ay ışığı beyaz tenine vuruyordu... Dışardan, karanlık birisi gibi gözüküyordu. Ama aslında içinde, hala mutlu olmak isteyen biri vardı... Önümüzde uzanan karanlık oky...