Multi: Blink 182 - I Miss You ve Ebony.
"BONY!!"
Ceketimin fermuarını çekerken yarı sinirli bir şekilde cevapladım: "Ne var Nico?"
Nico, beni baştan aşağı süzdü ve "Sadece nerede kaldığını soracaktım." dedi masum bir havayla. Gözlerimi devirdim ama sonra gülümsedim "Çıkıyor muyuz?"
O da bana geldi "Bilmem, ben çıktığımızı sanıyordum.". Ona tekrar gözlerimi devirmekten kendimi alamadım. Nico, hala aynı sayılırdı: Beni sinir etmeye bayılıyordu. "Tabiki de çıkıyoruz, zeki çocuk. Ben dışarı çıkıyor muyuz diye soruyorum." deyip kapıyı açtım... ve geri kapattım. Çünkü dışarıda bana aç gözlerle bakan bir hapya vardı. Nico bir küfür savurdu "Burda nöbet beklememeleri gerkiyordu."
Soran gözlerle ona baktım. Bana yarım bir gülümseme fırlatarak omuz silkti "Biz de gölgeyolculuğu yaparız."
Daha ben ne olduğunu anlamadan kolları beni sarmıştı bile. Gelen sesleri dinledim. Bu sesleri tanıyordum, ölürken birinin çıkaracağı türde seslerdi bunlar. Hayatımın yarısından fazlasında bu sesleri dinlemiştim. Etkilenmiyordum.
Benim sorunun buydu: Bazı şeyler normal insanlarla beni farklı etkiliyordu. Bir insanın ölümü misal. Benim için doğaldı, insanların tanımadıkları birinin ölümünü bile gördüğümde ağlamasını anlayamıyordum.
Duygular... Sadece saçmaydılar işte.
Farketmeden kapattığım gözlerimi açtığımda, bir insan selinin tam ortasındaydık. İnsanlar geçip gidiyor ve aniden boşlukta beliren iki gençle hiç ilgili gözükmüyorlardı. Sis. Hekate'nin Sis'i. Elimde olmadan ürperdim. O yaşlı cadı- pekala itiraf etmem gerekirse ne yaşlıydı ne de bir büyücüye benziyordu ama bunun bir önemi yok. O yaşlı cadı neredeyse Nico'yu elimden alıyordu. Neredeyse intihar etmeme sebep olacaktı.
Hep hayatımı mahvetmişti zaten. Küçükken kontrolümü yitirip kan içmeme sebep olan da oydu. Ama Nico gerçekten gitseydi... Mektubunu okurken kalbimin kırılıp milyarlarca parçaya ayrıldığını hissetmiştim, fiziken. Çevreme ve çevremdeki bütün insanlara karşı bu kadar duygusuz, duyarsız, hissizken konu Nico olunca... her şey değişiyordu sanki. Bugüne kadar bunun nedenini hiçbir zaman anlayamamıştım. Belki de ilk kez bir şeyler hissetmemi sağladığı için? Tam nedeninden emin değildim, ve bu yanlış hissettiriyordu ama bu hissi umursamayı uzun zaman önce bırakmıştım.
Nico, elimi tuttu. Elleri bir ölününkü gibi soğuktu ve kemikliydi. Bana gülümsedi ve "Gerçek dünya anlatılmaz yaşanır." diye fısıldadı. "Tanıdık geliyor mmu?"
Gülümsedim. İlk tanıştığımız gün -onun kanını içmek için kulübesine girmiştim- bana gerçek dünyayı göstermek istediğini hatırlıyordum. Sesinin neşeli sayılabilecek tınısı hala kulaklarımdaydı. "Gel senile New York'a bir gece ziyareti yapalım." diye devam etmişti. Tabi tüm bunlar sonradan Aphrodite'in büyüsü çıkmıştı. Hala aklımda, eğer tanrıçayı tek yakalayabilirsem... Pek de iyi şeyler olmayacak.
Bu seferki ziyaretimiz farklıydı ama. O elimi tutuyordu, ikimiz de birbirimiz için ne ifade ettiğimizi biliyorduk. Bu sefer her şey daha güzeldi.
Dalgın dalgın onun yanında yürürken, nereye gittiğimizin dahi farkında değildim. Ancak elimi bırakıp "Geldik." dediğinde beni nereye getirdiğini farkettim. İlk kez burada kavga ettiğimizi hatırlıyorum. Ona bunu yapamayacağımı, yeraltına geri dönmek istediğimi söylemiştim. O'ysa bana alaycı bir gülümseme atmış ve "Ne o?" demişti gülümsemesi gibi alaycı olan ses tonuyla "Katil Prenses gerçekten de başkalarını önemsiyor olamaz ya?" Evet, Aphrodite büyüsü altındayken bile 'Gitme, sensiz yapamam.' tarzı şeyler söylememişti. Şey, onları sonradan söylemişti.
Nico'ya bakarak gülümsedim. "Çok fazla ışık var." BUnlar onun sözleriydi.
"Işıklar karanlıkta sanki hiç sönmeyecekmiş gibi yanıyorlar. Sanki karanlığı gerçekten delebilirmiş gibi." diyerek o da benden alıntı yaptı "Sanki sonsuz kadar yanabilecekmiş gibi."
Onun bana o gece sorduğu soruyu sordum, tam gözlerinin içine bakarak. "Sence yanamazlar mı?"
Tam önümde durdu ve biraz bana eğildi. "Hepimiz beyaz giymiş denizcileriz, Ebony. Herkes kendi karanlık okyanusunda boğulmamaya çalışır ama sonsuza kadar bundan, kendi okyanusumuzın dibinde bekleyenlerden kaçabilir miyiz gerçekten? Bence hayır. Eninde sonunda herkes kendi okyanusunda boğulur."
Her bir sözümü kelimesi kelimesine hatırlıyordu. Gülümsedim ve göz temasımızı bozmadan "Ama bazen kurtuluruz." dedim. "Bazen siyahlı bir denizci bizim için en dibe kadar batmaktan çekinmez."
Nico eğildi ve beni öptü. "Bazen beyazlı denizci, siyahlı denizcinin gözünün önünde intihar ederek siyahlı denizcinin ödünü kopartır." dedi yarı alaycı, yarı kızgın bir ses tonuyla. Ona elimden gelen en tatlı gülümsemeyi fırlattım ve "Bu olmak zorundaydı, biliyorsun." dedim. "Kaderlere karşı gelemezsin."
Nico, bakışlarını gözlerimden ayırdı ve "Kaderler..." dedi kafasını sallayarak "Evet. Umarım bir gün onlara denk geliriz ve ben de hepsini kılıcımla deşerim."
Kafamı aşağı yukarı sallayarak onu onayladım. "Evet. Bu her melezin yapmak istediği bir şey."
*********************************
Yanımda çimlere uzanmış Nico'ya bakarak "Hiç şöyle düşündün mü," dedim "Çok şey yaşadık, çok şey atlattık ve biz en sonunda tekrar burdayız."
Nico gülümsedi. "Hep öyle değil midir zaten? Her şey sona erdiğinde, tekrar başlarız."
Eveeet, işte bu da anormal derecede kısa olan epilog bölümüydü (686 kelime). Bu arada, haberi olmayan varsa diye söylüyorum, ikinci kitap Craze yayında.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OCEAN [Nico di Angelo]
Fanfiction{THE DARK ONES SERİES BOOK #1} Karanlıkta, sessizlik içinde oturan Nico'ya baktım. Ay ışığı beyaz tenine vuruyordu... Dışardan, karanlık birisi gibi gözüküyordu. Ama aslında içinde, hala mutlu olmak isteyen biri vardı... Önümüzde uzanan karanlık oky...