Bölüm On Sekiz: Salem

1.6K 138 45
                                    

Multi'de Pan!c at the Disco- New Perspective ve Ebony!

******************

"Ebony?"

...

"Öldün mü?"

...

"Eb?"

...

"Ebby?"

...

"Bony?"

...

"Ölmüş mü?"

"Ölmüş."

...

"UYANSANA SENİ MANTİKOR YAVRUSU!"

"AH NE BAĞIRIYORSUN?" Başımı ovuşturarak kalktım ve bir sonbahar sabahı için aşırı parlak olan güneşten gözlerimi korumaya çalıştım. Daha net görmeye başlayınca Leo'nun yanındaki Jason'la Piper'ı da seçebilmeye başladım. Leo'ya bakarak gözlerimi kıstım "Mantikor yavrusu mu dedin sen bana?"

Leo yutkundu ve ağzını açtı... Ardından tekrar kapadı. Elime geçen bir dal parçasıyla onu dürttüm ve esneyerek Jason'la Piper'a döndüm. "Nedem uykumu böldünüz?"

Yanıtlayansa Piper oldu. "Göreve çıkıyoruz."

Ah harika... "Daha nereye gideceğimizi dahi bilmiyoruz ki." dedim huysuzca.

Size bir ipucu, kendimi 10 yıldır uyumadığım için dünyada en çok uykuya ihtiyaç duyan kişi ilan ettiğimden beri beni uyandıran her şeyi bıçaklamak istiyorum. Yani... Anladınız siz.

Jason omuz silkti ve beni ayağa kaldırdı. "Yine de göreve çıkmamız gerek, değil mi?"

************************

Büyük, demek istediğim gerçekten büyük bir geminin yanında bizim pek de küçük olmayan gurubumuz toplanmıştı. Percy, Annabeth'leydi (kimse şaşırmadı), Frank ve Hazel başka bir köşeye geçmişlerdi (buna da kimse şaşırmadı), Nico da Maia ile konuşuyordu (işte burda herkes şaşırdı, değil mi? Ben de şaşırdım dostlarım). Jason ve Piper yanımdan ayrıldılar ve kalan iki çift gibi bir köşeye çekildiler. Ne bu, çiftler köşe kapmaca mı oynuyor, tanrılar aşkına? Leo'ysa gemiye tırmandı ve... Açıkçası ne yaptığını göremedim, gemi fazla büyüktü. Ama yanılmıyorsam geminin başı -başı olmayabilir, tam olarak neresi olduğunu bilmiyorum- bir ejderha kafası şeklindeydi. Ki bu II. Argo'yla ilgili daha önce duyduğum bir şeydi.

Nico, bana yandan bir bakış attı ve Maia ile konuşmaya devam etti. Kıza bir şeyler gösterdi ve beni işaret etti. Kızsa başını salladı ve dönüp bana doğru gelmeye başladı. Bu işin içinden iyi bir şey çıkarsa dişimi kırarım. Diş demişken, acaba kıza sivri dişlerimi gösterip kaçmasını mı sağlasam?

Henüz ben ne yapacağıma karar verememişken kız yanıma geldi. Siyah ceketinin kapşonunu kafasına geçirdi ve "Hey." dedi. Sesi çok yorgun çıkıyordu ve gözlerinin altı morarmıştı. Eh, bir kiklop bile kızla ilgili bir şeylerin yanlış gittiğini görebilirdi. "Sorun ne?" diye sordum ilgisiz bir tavırla.

Bu da değişmeyen huylarımdan birisi, başklarının sorunları beni ilgilendirmez. Tıpkı benim sorunlarımın onları ilgilendirmemesi gibi.

Maia, tuhaf bir ifadeyle suratıma baktı ve kaşlarını çattı. Derin bir nefes aldı ve acınacak kadar kısık çıkan bir sesle "Annem..." dedi. "Ona ne olduğunu bilmiyorum ve Nico da bir ölümlünün, en azından kendisi için önemli olmayan birinin nerede olduğunu bilemeyeceğini söylüyor. Acaba sen..."

"Denerim." dedim -neden dediğimi bilmeden- "Ama garantisini veremem."

Maia lacivert gözlerinde umutlu bir ifadeyle bana döndü ve "Adı Rose." dedi "Rose Sunlight."

Pekala, ben nasıl yapacaktım ki bunu? Gözlerimi kapatıp babama seslenmeyi denedim. Baba, eğer beni duyuyorsan Rose Sunlight isimli birinin nerde olduğuyla ilgili bilgiye ihtiyacım var. Ve aniden gözlerimin önünde Ashpodel'de dolaşan bir ruh canlandı.

Maia hala bana umutlu bir ifadeyle bakıyordu. Annesinin öldüğünü ona haber veren kişi olmak... Zor olucaktı. İleride Nico üzgün gözlerle bizi izliyordu. Biliyordu. Sadece söyleyen olmak istememişti.

Nico'ya ters bir bakış attım ve "Üzgünüm Maia..." dedim "Annen Yeraltında." Maia'nın lacivert gözleri buğulanırken başını çevirdi. Şey, içimde acımaya benzer bir duygunun oluştuğu ilk zamandı sanırım. Sadece... Sadece nasıl hissettirdiğini biliyordum. Gerçekten, ona bunu söyleyen olmak istemezdim. Maia, hızlı adımlarla uzaklaşırken ben de hızlı adımlarla Bay Odun'un yanına gittim. Nico, eskiden çok daha farklı gözükmüştü gözüme. Sanki içinde boğulduğum okyanusumdan beni kurtarabilecekmiş gibiydi. Şimdiyse daha... karanlıktı. Daha, çok daha karanlık ve soğuk.

Tek kaşını kaldırarak bana tepeden baktı. Gerçi, başka türlü bir şey yapması da mümkün değil, nasıl olsa ondan bir baş kısayım. Ama bu bağırmama engel olmadı tabi. "Bana söylettin. Bravo sana. Hadi kendini de alkışlasana."

Nico bana ne-dediğini-anlıyorum-ama-seni-takmıyorum (kısaca seni takmmıyorum da diyebilirsiniz) bakışı attı. "Ne dediğin hakkında en ufacık bir fikrim bile yok, Black."

"Hah, tabiki de. Herzaman öyledir zaten." Arkamı döndüm ve boğazımdaki yumruyu umursamamaya çalıştım. Normal insanlar -ya da melezler- -ya da kızlar- bu durumda ağlarlar ve rahatlarlardı. Ama işe bakın ki, ben ağlayamıyordum. Tamamen alışkanlıkla ilgili bir şeydi, tıpkı uyku gibi. Ve içimde berbat bişr hisle öylece kalıyordum.

Eskiden birini sevmenin kötü bir şey, bir zayıflık olduğunu düşünürdüm.

Kesinlikle haklıymışım.

******************************************

Dakika başı saldıran canavarlar mı istersiniz?

Göreve çıkın.

Başka bir harpya'yı daha kılıcımla biçerken gülen tek bendim sanırım. Elimde değil, eğleniyordum. Frank bana sanki deliymişim gibi baksa da, önemsemedim ve mutlu bir ifadeyle kılıcıma bulaşan canavar tozlarını silmek için Leo'dan bir bez istedim.

"Hey Leo."

Leo, geminin aşırı karışık kontrollerinden bakışlarını ayırmadan mırıldandı "Evet?"

"Nereye gidiyoruz? Daha da önemlisi, nereye gideceğimizi nerden biliyoruz?" Leo bana doğru bir bakış attı. "Söylemeyei unuttuk sanırım. Salem'e gidiyoruz, cadıların şehrine."

Salem... Çok tanıdık geliyordu.

Ama... orası olamazdı, değil mi?

Yaşasın gizemli sonlar! >:D Neyse söyliyecek pek bir şey yok. Kendinize iyi bakın! Merak eden varsa, aşağıda Salem'le ilgili bir kaç şey var.

Salem

ABD'nin Massachusetts eyâletine bağlı Boston şehrinin yakınında bulunan bir kasabadır. 1962'deki cadı mahkemeleriyle ünlüdür. 150'den fazla insan tutuklanmış ve hapse atılmıştır. Duruşmalara bakan iki mahkeme, 29 kişiyi suçlu bulmuş ve cadılıktan ölüme mahkûm etmiştir. Suçlananlardan on dokuzu, on dört kadın ve beş erkek, asılmıştır. Suçlananlardan bir adam yalvarmayı reddettiğinden dolayı ağır kayalar altında sıkıştırılarak idam edilmiştir. En azından suçlananlardan beş kişi ise hapishanede ölmüştür.

OCEAN [Nico di Angelo]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin