Bölüm Yirmi Bir: Şarapçı Herife Adak

2.3K 140 104
                                    

Multi'deki şahsiyetlerin açıklaması aşağıda. Aynı zamanda bölümün anlamına uygul olarak Tom Odell- Another Love var. İyi okumalar!

Önümde duran cesete baktım ve zor çıkan bir sesle "Bir kefene ihtiyacımız var." dedim. "Apollon'un kızı için."

Ve eğilip kızın boşluğa bakan gözlerini kapattım.

******************************

-Nico-

Bulunduğumuz yer kış havasından yaz havasına geçmeden önce de neler olabileceğini tahmin edebiliyordum zaten.

Tanrı Apollon, sinir bozucu gülümsemesi yüzünden -belki de ilk defa- silinmiş ve siyahlar içinde geldiğinde belki de en az şaşıran bendim.

Şey... Belki Ebony dışında. O bir kenarda zıplamakla meşguldü. Gözleri hala simsiyahtı ve cennetten kovulmuş bir meleği andırıyordu.

Zıplamasına rağmen nefes nefese bile kalmamıştı, sanki kendini durduramıyor gibiydi. Gözlerini iri iri açtı ve "Benim gitmem gerek." dedi hızlıca. Ardından ormanın içine doğru tazı gibi koşarak kayboldu.

Piper bir köşede ağlamakla meşguldü, Annabeth'se Percy'nin omzuna dayanmıştı ve sarsılarak, boğuk hıçkırıklarla ağlıyordu. Percy'nin ve Jason'ın gözleri kızarmıştı, Hazel'ın ayaklarının dibinde elmaslar birikmişti. Frank'se Hazel'ı sakinleştirmeye çalışıyordu... Bense önümdeki kıza bakakalmıştım...

Aphrodite gerçek aşk değildi. Gerçek aşk buydu işte, zorluklarla kazanılmış olan, karşılıksız olan, asla karşılık bulamayacağınızı bile bile sevmenizdi gerçek aşk.

Gerçek aşk mükemmel değildi, çoğu zaman iyi bile değildi.

Gerçek aşk bir canavardı, Cupid gibi. Ve belki de, bunu en iyi bilen de bendim; aşkın acımasız yüzünü. Birbirlerine sarılmış Percy ve Annabeth'e yandan bir bakış attım.

Yutkundum ve dolmuş gözlerimi elimin tersiyle sildim. Apollon, kızıyla son kez vedalaşıyordu.

"Addio*, Maia." diye fısıldadım ksılmış sesimle.

Ve arkamı dönüp Ebony'nin peşinden ormana daldım.

*************************************

-Ebony-

Arkamdan adım sesleri duymadan önce, yarı delirmiş bir şekilde etrafa bakıyordum. Bir şeyler yapmalıydım, hareket etmeliydim, durmamalıydım... İhtiyacım olan şeyi hatırlar gibiydim ama tam kestiremiyordum.

Ta ki, o tanıdık koku burnuma gelene kadar.

Nico, bir dalın altından eğilerek geçtiğinde sözcük kafamda beliriverdi:

"Kan."

Nico, hafifçe kaşlarını çattı ve "Neler oluyor Ebony?" dedi "Aniden ormana daldın."

Sertçe yutkundum ve adrenalinden iri iri olmuş gözlerimi Nico'nun kolundaki ve boynundaki belirgin kan damarlarına diktim. "Nico, bana kan lazım."

Nico, anlamamış gibi bana bakıyordu. Yine de beni şaşırtan bir şey yaptı ve sorgulamadan kılıcıyla derince bir kesik açtı kolunda.

Kan. Bugüne kadar tadı bana hiçbir şekilde çekici gelmemiş olan kan. Şu an deli gibi istiyordum o kırmızı sıvıyı. Nico'nun kolundan süzülen sıvıyı emmeye başladım.

Tuzlu ve metalik bir tadı vardır kanın. Ama onun kanını size nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Olması gerektiği gibi, karanlık bir mükemmelliği vardı.

OCEAN [Nico di Angelo]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin