Bölüm 10:

10.2K 611 74
                                    


11.12.2013 Çarşamba

Olaydan bir buçuk ay önce...

Bazen huzur bile insanın ruhunda huzursuzluk yaratırdı. Ömrünün uzun zamanı güvensizlik ve mutsuzlukla geçince aniden gelen mutluluk şüphe yaratırdı. Hani derler ya; bayram değil seyran değil eniştem beni niye öptü, diye. İşte o misal, insan kendisine soruyordu; bayram değil seyran değil bu huzur nereden geliyor, diye. Belki de biz insanların şüpheciliğindendi. Hiçbir şeyi kolayca kabul edemeyen biz insan oğlu illa ki sorgulayacaktık. İlla ki, önce kötü bir sebeb arayıp sonra inanacaktık her şeyin yolunda olduğuna.

Yağan yağmurun sertliği Urfa'da hayatı durdurma noktasına getirmişti. İnsalar evlerinden çıkamıyor, dolayısıyla da işine, okuluna ya da gitmesi gereken diğer yerlere gidemiyordu. Kış tüm soğuğuyla yüzünü göstermişti o gün. Kara bulutlar tıpkı bir karabasan gibi çökmüştü şehrin üzerine. Sanki olacak felaketin haberini veriyorlardı.

Nefes ise cam kenarındaki kanepeye oturmuş cama çarpan yağmur tanelerini izliyordu. O yağmur taneleri ki, birer tane kezzap tanesi olmuş, Nefes'in yüreğine damlıyordu adeta. İçindeki bu sıkıntının sebebini anlamlandıramıyordu. Oysa ki en mutlu, en huzurlu olması gereken zaman dilimindeydi. Daha bir hafta önce içinde açan ve bir haftadır varlığını sürdüren bahar çiçekleri, yerini karanlık sisli bir ormana bırakmıştı. Hatta arada kurtlar uluyor, etrafa insanın içini dehşete düşürecek bir korku salıyorlardı.

Bir damla daha aktı pencereden ve bir damla daha. Nefes dalıp gittiği pencere kearında ne kadar oturduğunu bilmeden kaderinin ona yaptığı hazırlığı bekledi. Olaylar döngüsü bugün başlayacaktı ve onun içinden çıkılmaz bir yola sürecekti.

Huzursuz derin bir nefes aldı. Gözlerini kapattı ve kötü bir uykuya daldı. İnsanlar sevdiklerini bekler ya hani pencere kenarında.. İşte o da kaderini bekledi.. Tek fark, ona gelen hayatının en kötü günleri olacaktı...

***

20 Ağustos 1996

Küçük bir kum tanesiydik biz bu hayatta. Kim kendisini ne kadar önemli görürse görsün sadece minik bir yer kaplıyordu. En fazla cinsin değişir, rengin değişirdi. Sonuç; sen bir kum tanesiydin. Bir rüzgara bakardı savrulup yerinden olman ya da belki de yerini bulman.

Barlas da bir kum tanesi misali bir rüzgara kapılmış oradan oradaya savrulup duruyordu. Yetimaden çıkartılacak, yanlız kalacaktı yine. Oysa ki onun burada arkadaşları vardı. Yusuf vardı, kardeşi olmuştu. Şimdi o adam, ya da diğerlerinin değimiyle babası ve onun karısı gelecek, küçük çocuğu alıp gideceklerdi.

Orta yaşlı adam oğlunun bulmanın sevincini yüzünün her karesinden belli ediyordu. Ama ya Barlas... O gitmeyi, buradan, arkadaşlarından ve Yusuf'tan ayrılmayı istiyor muydu?

Gitmemek için direnmiş, uzun uzun ağlamıştı. Görevliler iki küçük çocuğu ayıramamıştı. Sonunda kucağına alan babasının omuzunu yumruklamaya başlamış, çırpınışları yetimhaneyi adeta inletmişti. Ağzından tek ses çıkmıyordu. Ağlıyor, sızlanıyor ama tek kelime etmiyordu.

Adam onu yumuşatmak istercesine ve yıllar sonra bulmuşluğunda etkisisyle, sıkı sıkı sarıldı.

"Tamam aslanım. Seni evimize götüreceğim, yapma!"

Evimiz? diye sormak istedi o an Barlas. Orası onun evi değildi ki.. Orası babasının ve onu karısının eviydi. Bir de diğer çocuklarının. Yıllardır istemediği çocuğu ne olmuştu da şimdi istemişti? Barlas ilk defa kendisine bir arkadaş, bir kardeş bulmuşken hem de birden her şey tepetaklak olmuştu.

NEFESİM OLDUNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin