Gözlerim şiş ve yarı kapalı bir şekilde okul bahçesinde duruyordum. Renjun ve Haechan da benden farksız değildi.
Sabahın beşi olduğu için, hava bile aydınlanmamıştı. Ve şu anda bu, uykumun açılmasına hiç yardımcı olmuyordu.
Aslında bütün öğrenciler ve öğretmenler buradaydı. Ancak biz Mark ve Jeno beyefendiyi bekliyorduk.
Geç kalıp herkesi bu soğukta bekletmeleri bir yana, kampa gelmeleri bile başlı başına faciaydı.
Yaklaşık bir on dakikalık daha bekleyişin ardından Mark da Jeno da tamamen dağılmış bir şekilde bahçeye girdi. Sanki uyanmış, giyinmiş ve çantalarını alıp yüzlerini bile yıkamadan hemen evden çıkmış gibiydiler. Saçları da dağınıktı ve bu istemsizce gülmeme neden olmuştu.
Tabii benim gülümsediğimi fark eden Renjun, Kendine gel dercesine kolumu dürtüklemişti ve ben de ifadesiz halime geri dönmüştüm.
Öğretmenler herkesi son bir kez daha kontrol ettikten sonra çantalar yerleştirilmiş ve otobüse binilmişti. Maalesef üç kişilik koltuklar olmadığı için, biz Renjun ile oturmuştuk. Haechan alt sınıflardan Jisung'ın yanına kalmıştı.
Ve son olarak, göz ucuyla görebildiğim kadarıyla, Mark'ın yanına Wendy oturmuştu. Bu durum Haechan'ın pek hoşuna gitmiş gibi durmuyordu. Ya da, belki sadece bana öyle gelmişti.
Zaten bahçede Mark ve Jeno'yu bekleyerek yeterince oyalanmıştık. Bu yüzden bütün öğrenciler biner binmez zaman kaybetmeden yola çıkmıştık.
Kulaklıklarımı kulağıma taktıktan sonra şarkılarımı karışık çalacak şekilde ayarladım ve rahat koltukta iyice yayılarak gözlerimi kapattım. Uyumaya hazırlanıyordum ama Renjun buna fırsat vermedi.
Beni birkaç kere dürttü. Başta bir tepki vermedim ve onu umursamıyormuş gibi davrandım. Ancak dürtüklemesi vurmaya dönüşünce gözlerimi açıp ona döndüm. "Ne var!?"
"Uykum kaçtı. Benimle ilgilen."
"Uykun kaçtıysa bunun için ben ne yapabilirim Renjun?" diye homurdandım ve şakaklarımı ovaladım. "Ayrıca Haechan da arkamızda oturuyor. Onu rahatsız et."
"Haechan neredeyse biner binmez uyudu. Hadi ama Nana!" diyerek sızlanmaya devam etti Renjun. Oflayarak ona doğru döndüm.
"Peki gözlerini kapatıp uyumayı denedin mi? Çünkü ben hiç çaba göremedim."
"Uyumaya çalışıyordum, ama olmuyor." Renjun artık koluma yapışmış bir şekilde, aegyo yaparak konuşuyordu.
"Denemeye devam edersen olur. Hadi şimdi bırak da uyuyayım." dedikten sonra gözlerimi tekrar kapattım ve başımı cama doğru çevirdim.
Bir süre sonra Renjun'in kafasının omzuma düştüğünü ve uyuduğunu fark ettim. Gece zaten adam akıllı uyuyamadığım için onun peşinden benim de uyumam uzun sürmedi.
- -
Yüksek sesli bir şarkı sesi beni yerimden sıçramama neden olarak uyandırdığında ağzımdan kaçan küfüre engel olamadım.
Görüşüm düzeldiğinde ve diğer duyularım da geri geldiğinde ilk önce camdan dışarı baktım. Bir ormanın içinden geçiyorduk ve güneş yavaş yavaş kayboluyordu. Ağaçların arasından güneşin batışının net bir şekilde göründüğü söylenemezdi. Ama dürüst olmak gerekirse bu şekilde bile güzel bir manzaraydı.
Bir dakika kadar dışarıyı izledikten sonra mucizevi bir şekilde hala omzumda uyumaya devam eden Renjun'i dürttüm. Benim aksime daha sakin bir şekilde uyandı ve esnedi. Bu sırada ben de otobüsün içine baktım.
Bütün son sınıflar kontrolden çıkmış gibiydi. Aşırı heyecanlanmış, son ses şarkı açarak öğretmenlerin tüm uyarılarına rağmen ayakta coşuyorlardı. On birinci sınıflar daha sakindi. Yine de aralarında son sınıflara katılmayı tercih edenler de vardı. On ve dokuzuncu sınıflar kendi halinde takılıyordu.
Ortamda dehşet bir gürültü vardı ve ben şimdiden bu geziye gelmeyi kabul ettiğim için pişman hissediyordum.
"Bu ne biçim bir kaos?" diye sordu Renjun uykulu bir şekilde etrafa bakarken.
"Gelmeyi isteyen sendin. Hiç şikayet etme." Ona cevap verdikten sonra gözlerimi ovaladım. Tatlı, harika ve keyifli uykuma devam etmek istiyordum ancak şu anda bu imkansızdı.
Ve en kötü şey de, oraya vardığımızda da ilk birkaç saat dinlenemeyecek olmamızdı. Direk yerleşmeye geçecektik ve etrafı düzenleyecektik.
Neyseki çadır kurma gibi bir derdimiz yoktu. Onun dışında diğer bütün işler de bizim üzerimizdeydi zaten.
İç çektim ve kendimi sorgulayarak camdan dışarı bakmaya başladım. İçinden geçtiğimiz orman ve gittiğimiz yol asla bitmeyecek gibiydi. Bir yandan iç daraltıcı, bir yandan rahatlatıcı bir histi.
Yolculuğun son kırk dakikasının berbat ve gürültülü olmasını saymazsak, sorunsuz bir şekilde kamp alanına varmıştık.
Otobüsün kapıları açıldığında, arkalarda olmamıza rağmen soğuğu şimdiden hissetmeye başladım. Öğrenciler sırayla inmeye başladıktan sonra, en son biz indiğimizde yüzüme doğru tokat atarmışcasına esen rüzgar ile titredim.
Hasta olacaktım. Çok fena hasta olacak ve okulda sürünecektim.
Lanet olsun sana Renjun.
"Şu an geri dönme şansımız sıfır, değil mi?" diye sordu Haechan montuna iyice sarılıp kapüşonunu başına geçirerek.
"Evet, sıfır." Renjun çenesi titrerken ona cevap verdi. Ona yargılayıcı bir şekilde baktım.
"Sana şikayet etme demiştim. Kendin kaşındın." dediğimde bana bıkkın bir şekilde baktı.
"Jaemin, buradan zatürre olup dönersen bak yemin ederim sana ben bakacağım. Ama şu anda lütfen sus. Birazdan dişlerim kırılacak zaten."
Ona başka iğnelemeler yapmayı planladığım sırada, bize seslenen hoca bunu engelledi.
Bu soğuktan olabildiğince çabuk kurtulmak adına ikiletmeden diğerlerinin yanına gittik. Aynı zamanda kalacağımız alana bir göz atma şansımız da oldu.
Söyleyebilirim ki, o küçücük kulübeler bizi asla sıcak tutmayacaktı. Hepimiz soğuktan donarak ölecektik. Sonra da cesetlerimizi kurtlar yiyecekti.
Titreyerek iç çektim ve çantamı tutmaya devam ederek öğretmenlerin bütün uyarılarını yapmalarını bekledim. İlkokul çocukları ile geldiklerini sanıyorlardı herhalde. Kamp alanından yirmi metreden fazla uzaklaşmamak da neydi?
Uyarılar bittiğinde, herkesin-kendi cinsinden olma şartıyla-istediği kişiyle kalabileceği söylendi. Sonrasında herkes öğretmenleri ittirerek kulübelere doğru fırladı.
Ben ise, herhangi bir şekilde Jeno ile aynı kulübede kalma tehlikesi yaşamamak adına Renjun'in koluna yapıştım. Bir kulübede en fazla üç kişi kalabiliyordu. Ve ben Haechan ile Renjun dışında biriyle kalmamak için ruhumu bile verirdim.
En izole ve kalabalıktan uzak kulübelerden birini gözüme kestirdim. İki sevgili arkadaşımı da peşimden çekiştirerek hızlandığımda, başka birinin daha o kulübeye ilerlediğini gördüm ve Renjun ile Haechan'ı bırakarak koşmaya başladım.
Neden böyle bir çocukluk yaptığıma dair hiçbir fikrim yoktu. Ama o kulübeyi gözüme bir kere kestirmiştim, dönüş yoktu.
Kulübeye önceden varmış, kapının üstündeki anahtarı alarak hemen içeri girmiştim. Çantamı da yere bıraktıktan sonra dar alandaki yataklardan birine oturmuştum.
Benim gelmem, kulübeye gözünü diken diğer kişiyi durdurmamış gibi görünüyordu. Çünkü yaklaşık on saniye sonra bir çantanın daha yere bırakıldığını duymuştum.
Ama en boktan olan şey de, çantasını bırakan kişinin Jeno olmasıydı.
eğer hikayeyi beğendiğinizi anlamamı sağlayacak bir belirti göstermeyecekseniz, yazmamın ne anlamı var ki?