Elimdeki tepsiyle etrafa bakarken, koluma vurulan dirsekle başımı yan tarafıma çevirdim. Damla, dirseğiyle koluma vuruyordu. "Huh?" diye mırıldandım sorarcasına. Çenesinin ucuyla bir yeri gösterdiğinde, bakışlarımı gösterdiği yere yönelttim. Bu sırada sesini duymuştum. "Şurası boş."
"Hadi gidelim." diyen Sinem'le, boş masaya yöneldik. Bir süredir yemekhanede boş masa arıyoruz. Damla'nın gözüne takılan masaya, kimse oturmadan varmıştık. Masaya yerleştikten sonra, kaşığımı elime aldım ve yemeklerimi kaşıklamaya başladım. Kısa süre sonra Damla'nın sesini duymuştum. "Hocanın anlattıklarından bir şey anladınız mı?"
"Alakası bile olamaz." dedi Sinem, isyan edercesine. Sakince kıkırdadım. "Ben anladım." Damla'nın isyankâr iç çekişini duymuştum. "Fransızca hiç bana göre değil."
"Sonuç olarak en zor dil."
"Bana zor gelmi..." Masadaki haraketlenmeyle sözümü yarıda kestim. Başım, istemsizce yan tarafıma kaydı. Mert, yanımda oturuyordu. Gözüm karşı tarafa kaydığında, Damla'nın yanında da Kaan oturuyordu. Şaşkınlığımı bile atlatamadan, omzunda bir el hissetmem ve Mert'in konuşması bir olmuştu. "N'aber ufaklık?"
Derince iç çektim. Fazla oluyordu. "Çek şu kolunu!" dedikten sonra omzuma doladığı kolunu tutup ittim. "Ayrıca sanan ne? Bana ufaklık diyipte durma!"
"Bende iyiyim ya işte..."
"Senin nasıl olduğunu önemsemiyorum." dedim. Yeniden yemeklerime yöneldim ve kaşıklamaya başladım. Kaan'ın sesi kulaklarıma ilişiğinde, hafifçe eğdiğim başımı kaldırdım. "Sen nasılsın Damla?"
Damla, eğdiği başını anında kaldırdı ve irileşmiş gözleriyle Kaan'a baktı. Yanaklarının kızarmaya başladığını görmüştüm. Gözlerini hızlıca Kaan'dan uzaklaşırdı ve mırıldandı: "İyiyim... Sen?"
"İyi işte." Damla'nın utangaç tavırlarına karşılık, Kaan'ın rahat halleri tam birbirinin tersiydi. Mert'in sesi yeniden kulaklarımı tırmalamaya başlamıştı. "Sinem, hiç sesini duyamıyoruz. Pek suskunsun. Sen nasılsın?"
"Benim nasıl olduğum kimseyi ırgalamaz." Sinem'in umursamazca verdiği cevap, herkesi susturmuştu. Açıkçası, kimse böyle bir şey beklemiyordu. Mert, diyecek söz bulamazken kıkırdadım. Sinem, tam da istediğim şeyi yapmıştı. Bu iyiliği bir daha asla unutamam. Bu sırada masada yeniden bir hareketlenme oldu. Bora, Sinem'in yanında oturuyordu. Bora bugün sınıfta yoktu, nedenini merak etmiştim doğrusu. Üstünde okul formasıda yoktu. Günlük kıyafetler vardı. Anlaşılan bunca süredir yurttaydı.
"Selam millet!"
"Nerdesin lan sen?!" Mert'in sert sesi, Bora'nın geldiğindeki havasını bozmuştu. Bora, hızlıca silkelendi.
"Ulan hastaydım be! Hiç halini hattını sorma, sonra nerdesin lan sen, demi?"
Mert, direkt bakışlarını Kaan'a çevirdi. "Hastamıydı lan bu?" dedi. Bora'nın söylediklerine inanmadığı ortadaydı. Kaan, onaylar bir mırıltı çıkardı. "Bu sabah fena başı dönüyordu, revire gitti bugün gitme okula dediler. Gitmedi. Canına minnet sonuçta."
"Şimdi ne işin var lan burada o zaman?"
Bora, isyan edercesine ofladı. Yanımdaki gereksiz insanı ikna etmeye çalışıyordu resmen. Bir insan hastaysa hastadır. İrdelemeye ne gerek var? Bora, hâlâ ikna için uğraşıyordu. "Ulan aç mı kalayım? Acıktım! Yemek vakti gelince çıktım geldim."
Mert'in yüzüne bir gülümseme eklemişti. Gülüşü eşliğinde sesini duydum. "Tamam lan, ye hadi." Gülüşleri devam ederken yavaşça eğildi ve yüzlerimizi aynı hizalaya getirdi. "Pelin?" İsmimi ağzından duymak garip hissettirmişti. Sonuç olarak genelde bana ufaklık derdi. Düzgün yaklaşımına karşılık mırıldandım. "Huh?" Başımı ona çevirdiğimde fark ettimde, yüzlerimiz fazla yakındı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lise Mi?
Teen Fiction"Mert?" Mert'de dahil tüm gözler bana döndü. Tüm dikkatler benim üzerimdeyken böyle bir şeyi nasıl söyleyebilirim ki? "Efendim?" dedi sorgularcasına. Söylemekle, söylememek arasındaki, ip incecik bir çizgi var derler ya hani... İşte tam da orada d...