6- Heykel

130 48 9
                                    

   Okulun içindeki pastanenin kapısından girince gözlerimle içeriyi taradım. Görünüşe göre ilk gelen bendim. Cam kenarında dört kişilik bir masaya oturdum.

Arkadaşlarım gelene kadar vakit geçirmek adına dün aldığım mitoloji ve sanat kitabını çıkardım. Mitolojik karakterlerin çoğu ünlü sanat eserlerine de konu olmuştu. Tabloları ve heykelleri yapılmıştı. Kitapta bu tablo ve heykellerin resimleri, altında da esere konu olan karakterlerin hikayeleri yazıyordu. Bu seneki heykel dersi için figür seçimini bu heykeller arasından seçmek istiyordum.

        Tablolar öyle güzel, heykeller öyle büyüleyiciydi ki, güzel sanatları seçmemiş olduğum için biraz hüzün duydum. Aslında ailemin beklentisi bu yöndeydi. Benim de çocukluğumdan beri istediğim bir şeydi ama hayatım bir noktadan sonra kendi kararlarımdan bağımsız sürüyor gibi hissettiğimde, en beklenmedik şeyi yapıp sayısala geçmiştim.

Yalan olmasın, bölümümü seviyorum. Genetik bilimi çok ilgimi çekiyor ve beni heyecanlandırıyor. Ama ne zaman güzel bir sanat eserine baksam, kollarımdaki tüyler diken diken olur, içimde müzik çalıyor gibi hisseder ve huzur dolarım. Bu yüzden sanat hep hayatımda olmuştur. Sergilere, müzelere gider, bu elimdeki kitap gibi, sanatla ilgili ne bulursam okumaya çalışırım.

       Sayfaları çevirirken bütün sesler susmuş, çevremdeki herkesi unutmuştum.

Kitaptaki eserlere öyle dalıp gitmişim ki, "Acaba size bir kahve ısmarlayabilir miyim?" diye soran erkek sesini duyduğumda olduğum yerde sıçradım.

     Kafamı kaldırıp baktığımda, en samimi gülüşüyle bana bakan, parlayan yeşil gözleriyle Can'ı gördüm. Kırmızı kapşonlu bir sweatshirt ve açık renk bir kot giymişti. Kumral saçları güneşte parlıyor, inanılmaz yakışıklı görünüyordu. Ben de ona gülümsedim,

    "Tabi ki ısmarlayabilirsiniz, ama önce benim size yiyecek bir şey ısmarlamama izin verin, çünkü kurt gibi açım." Dedim ve yanımdaki sandalyeyi işaret ettim.

     "Mine ve Berrak daha gelmedi mi diye soracağım ama hiç şaşırmadım. Onları bildim bileli her yere geç kalırlar. Berrak hadi neyse ama Mine yurttan buraya gelemedi mi. Pes doğrusu. Ben de çok acıktım. " dedi.

     "Ne zamandır tanışıyorsunuz?" diye sordum. Aslında içten içe birbirlerini yıllardır bu kadar iyi tanıyor olmalarını kıskanıyordum. Beraber büyümüşlerdi, birbirlerinin sırlarını paylaşıyorlardı. Benim bütün arkadaşlıklarım taşınana kadar sürüyordu, ki bu çok kısa bir süreydi.

     "Hey, noldu birden böyle suratın düştü?" diye sordu Can, bir yandan da eliyle çenemden tutup kafamı kaldırdı gözlerine bakmam için. Bir süre baktıktan sonra gözlerinde anlayışlı bir ifade oluştu.

"Mine ve Berrak ile nasıl arkadaş oldum biliyor musun?" dedi. kafamı sallayınca devam etti,

     "Ben arkadaşsızlığın, yalnızlığın ne olduğunu çok iyi bilirim. Belki inanması güç ama ben hiçbir zaman çok arkadaşı olan bir insan olmadım. Hatta çoğu zaman dışlanırdım. Çünkü diğer erkeklerden farklıydım. Beden dersinde onlarla futbol oynamak istemiyordum, teneffüslerde onlarla maçlardan bahsetmiyordum. Müzik dinlemek, dans etmek istiyordum. Teneffüslerde kitap okur, okul çıkışı eve giderdim. Bu yüzden kimse benimle arkadaş olmak istemezdi. Ben onlar için garip çocuktum. Yine de benimle pek uğraşmazlardı, genelde yokmuşum gibi davranırlardı. Ta ki sevgili babam belediye başkanı olana kadar. O günden sonra benimle uğraşmaya, dalga geçmeye ve zorbalık yapmaya başladılar. Beden dersinde kıyafetlerimi saklarlar, kitaplarımı yırtarlardı. Hiç karşılık vermez, geçmesini beklerdim. " dedi ve derin bir nefes aldı.

Bunları hatırlamanın onu nasıl üzdüğünü görebiliyordum. Cesaretini topladı ve devam etti,

       "Bir gün Türkiye genelinde düzenlenen bir kompozisyon yarışmasında birinci oldum. Okulda beni kürsüye çağırıp ödül verdiler. Ödülümle okuldan çıkarken bir grup oğlan arkamdan yaklaşıp beni yere ittiler. Ödül elimden düşüp kırıldı. O an Berrak koşarak yanıma gelip herkese bağırmaya başladı. Eğer bir daha benimle uğraşılarsa, kendisinin de onlarla uğraşacağını, bütün çektikleri kopyaları, okulda zarar verdikleri eşyaları ve okuldan kaçıp internet kafeye gittiklerini müdüre söyleyeceğini, ayrıca ailelerini arayıp belediye başkanının oğlunu nasıl rahatsız ettiklerini anlatacağını söyledi. Çocukları hiç o kadar korkmuş görmemiştim. Hepsinin benden özür dilemesini sağladı. Diğer gün Mine ile birlikte, kırılan ödülüme çok benzeyen bir ödül yapıp getirdiler bana hamurdan. Beraber kalmış, sabaha kadar onu yapmak için uğraşmışlardı. O günden sonra benim en iyi arkadaşım oldular." Dedi ve elimi tutarak cümlesini tamamladı,

     "İşte şimdi sen geldin, bence ekip tamamlandı. Zaten dördüncü olmayınca eksik kalmıştık, düşünsene okey bile oynayamıyorduk."

     Anlattıkları hem onun için üzülmeme, hem de benim için söylediği şeyler mutlu olmama yol açmıştı. Konuşamayacak kadar duygulanmıştım, o yüzden sandalyemden ileri doğru eğilip Can'a sarıldım. Kendim bile şaşırdım bu yaptığıma. İnsanlarla çok fazla yakın olmaz, duygularımı paylaşmaz ve kesinlikle sarılmak gibi fiziksel duygu gösterilerinde bulunmazdım. Ama sadece bakarak aklımdan geçenleri okumuş ve tam da duymak istediğim şeyleri söylemişti.

     Can'a bir süre daha sarılıp ayrılırken, kapıdan giren gruba kaydı gözlerim. Dün bilardo salonundan çıkarken gördüğüm çocuklardı. Ve tabi ki yine ela gözlü de aralarındaydı. Benim baktığımı görünce aniden kafasını çevirip arkadaşlarına diğer taraftaki bir masayı işaret etti.

Neyse ki o anda Mine'nin neşeli cıvıltısını duydum ve gözümü dikip o masaya bakmaktan kurtuldum. Yanımıza gelince hem bana hem Can'a sarıldı ve karşımdaki sandalyeye oturdu.

    "Berrak da iki dakikaya burada olacak. Arabasını park ediyor. Kusura bakmayın uyuyakalmışım, dün oda arkadaşımla korku filmi izledik, ve şansızlığa bakın ikimiz de aşırı korkuyormuşuz. Hava aydınlanınca uyuyabilmeyi başardık. " dedi Mine. Sonra kapıya bakıp, "Hah Berrak da geldi. Siparişleri hemen verelim mi? Canım inanılmaz pancake çekiyor." Dedi Berrak da sandalyesine yerleşirken.

     Berrak çantasını sandalyeye astıktan sonra önüne döndü ve telaşlı bir şekilde, "Yolda gelirken kaza olmuştu. Çok fazla insan durup ne olduğuna bakmaya çalıştığı için yol kapanmış, geçemedim. Ölen biri varsa diye arabadan da çıkamadım. Çünkü kesinlikle bakamam, düşüncesi bile kötü yapıyor içimi. Sonunda yol açılıp ben buraya gelirken ambulans da kaza yerine ulaşmıştı. Umarım ciddi bir şey yoktur." Dedi. Hepimizin tadı kaçmıştı. Kazalar beni hep çok korkutur ve üzerdi. Şanlıurfaya ilk geldiğimiz yıl günübirlik Mardin'e giderken yol kenarında bir kazaya tanık olmuştuk. Yolun ortasında yatan, üzerine gazete örtülmüş bedenler hala gözümün önünden gitmiyordu.

     Siparişlerimiz gelince çok fazla konuşmadan kahvaltımızı bitirdik. O anda pastanede bir kargaşa oldu. Diğer taraftaki masadaki insanlar bir anda ayaklanmış, ela gözlü çocuk elinde telefon koşarak dışarı çıkıyordu. Arkadaşları da peşinden çıktı. Ne olduğunu anlamamıştık.

    "Aa noldu acaba? Herkes neden koşarak gitti öyle?" diye sordu Mine. Hiçbirimizin cevabı yoktu.

KozaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin