26- Uzak

76 14 41
                                    

"Seni takip edip etmediğimi mi soruyorsun?" dedi Irmak alaycı bir şekilde gülümseyerek.
Ona meydan okuyarak baktım. "Ediyor musun?" dediğimde daha çok gülmeye başladı.
"Burası küçük bir şehir Defne. Akşam çıktığında herkesle karşılaşabilirsin. Seni bulvarda gördüm, üzgün görünüyordun. Buraya doğru geldiğini görünce seni merak ettim. Ee tren yolunun kenarında oturmanın bir sebebi var mı?"

Bir süre raylara bakıp, oturduğum duvarın üstünde sarkıttığım ayaklarımı salladım. Daha hiç tanımadığım birine son zamanlarda yaşadıklarımı nasıl anlatabilirdim ki? Sessizlik uzadıkça uzuyordu ve Irmak'ın beni izlediğini ve cevap beklediğini biliyordum. Başımı çevirdiğimde mavi gözleri anlayışla parladı. "Bu sabah bana bir söz söylemiştin. Hayatın altının üstünden daha iyi olabileceğine dair. O sözü ben de çok severim. Sadece şuan yaşadıklarımın benim için nasıl daha iyi olabileceğini bilmiyorum." dedim iç çekerek.

"Şimdi bilemezsin ama üstünden zaman geçtikten sonra anlayacaksın ki bazı şeylerin olmaması, olmasından çok daha iyidir. Her zaman ihtiyaç duyduğun ya da istediğin şeyler senin için doğru değildir. Sana iyi gelmeyecektir ve hayat bunu sana zor yoldan da gösterebilir. Sadece ders çıkarman ve hayatın sana sunduklarını sebep sonuç ilişkisi olmaksızın kabul etmen gerekir. Bunu başardığında aslında her tecrübenin evrenin sana bir mesajı olduğunu anlayacaksın." dediğinde afallamış bir şekilde ona baktım. Sözleri içimde bir yerlere dokunmuştu. Birbirimize öylece bakarken oluşan sessizlikten rahatsız olup, "Manken değil, ünlü değil. Hımm Filozof olabilir misin acaba?" dediğimde Irmak bütün dişlerini gösterecek ve gamzelerini ortaya çıkarak şekilde güldü. "Neye ihtiyacın varsa." dedi.

"Şuan mı? Birinin yüzüme soğuk bir su çarpmasına ihtiyacım var sanırım." dedim başımı öne eğip mırıldanarak.

Irmak sessiz kalınca başımı kaldırıp merakla ona baktım. O da yüzünde düşünceli bir ifadeyle beni izliyordu. Sonra bi anda duvardan aşağı atlayıp karşıma geçti ve elini bana uzatarak, "Gel benimle." dedi.

Uzattığı ele çekinerek baktım. "Seni doğru düzgün tanımıyorum bile. Akşamın bir vakti seninle bir yere gelemem Irmak." dediğimde yine güldü. "Gelmezsen nasıl tanıyacaksın?"

Dayanamayıp ben de güldüm. Söylenmesi gereken doğru şeyi bulmayı nasıl başarıyordu bilmiyorum. Ona baktığımda yüzündeki sırıtış kayboldu. Yüzü ciddi bir hal alırken, "Bana güvenebilirsin." dedi.

İşin ilginç yanı neden bilmiyorum ama güveniyordum. Zaten bana zarar verecek olsa, burada karanlıkta tren raylarının kenarında ikimiz yalnızken yapmaz mıydı? Hem bana bakışlarında bir şey öyle tanıdıktı ki, sanki ona güvenmem gerekiyormuş gibi hissediyordum.

Uzattığı elini tutup duvardan atladım ama sonra elini bırakıp ona baktım. "Ee nereye gidiyoruz?" dediğimde gülümseyerek, "Klişe olacak ama gidince görürsün." dedi ve önüme geçip yürümeye başladı. Sonra omzunun üstünden bana baktı, "Geliyor musun yoksa orada ağaç mı olmayı bekliyorsun Defne?"

Sırıtarak peşinden gidip ona yetiştim ve yan yana yürümeye başladık. Kullanılmayan vagonları geçip, yük vagonlarından birinin önüne geldiğimizde "Karşıya geçmek için trenin altından geçmemiz lazım. Ya da üstünden de geçebiliriz? Hangisi?" diye sorduğunda temkinli bir şekilde vagonu süzüp, "Üstünden sanırım. Klostrofobim var, altından geçemem." dedim.

Irmak başını sallayıp yük vagonunun kenarlarından tuttuğunda kaslı kolları ortaya çıktı ve hiç zorlanmadan kendini bir çırpıda yukarı çekti. Sonra eğilip bana elini uzattı ve tuttuğumda beni sanki hiç ağırlığım yokmuş gibi yukarı yanına çekti. Diğer tarafa geçtiğimizdeyse yine önden o atladı ve kollarını yukarı uzatıp, "Atla hadi, seni tutacağım." dedi.

KozaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin