18- Tablo

95 20 20
                                    

Sabahtan beri bugünkü heykel dersini beklemiş olsam da Berrak ile olanlardan sonra heyecanımı kaybetmiştim. Mine ile birlikte dersin yapılacağı atölyeye doğru giderken moralim çok bozuktu. Göz ucuyla Mine'nin bana baktığını hissediyordum ama farkında değilmiş gibi yaptım.

Sonunda dayanamayıp konuşan o oldu. "Tatlım, her şey yolunda mı? Öğle yemeğinden beri keyifsiz gibisinin." dediğinde omuz silktim.

Sesimi normal tutmaya çalışarak; "Akşam annem ve babamla konuşmak zorunda olduğum için gerginim sanırım." dedim.

Mine anlayışla bana baktıktan sonra "Onlara öğrendiğin şeyleri söyleyecek misin?" diyerek koluma girdi.

"Hayır. Henüz yüzleşmeye hazır değilim galiba. Eğer bildiğimi öğrenirlerse saklamak için daha fazla önlem alabilirler. Öncesinde büyükannemi bulmak istiyorum."

Mine durup beni kendine doğru çevirdi. "Sana yardım etmek istiyorum. Marmariste akrabalarımız var. Çok büyük bir yer değil. Büyükannenin adını söyleyip bilgi almaya çalışabilirim."

Bu aslında iyi bir teklifti ama nedense onu tek başıma bulmak istiyordum. Başka kimsenin onu aradığımı bilmesini istemediğimi farkettim. Büyükannem onu aradığımı duyarsa benden uzak durmak için evini terk eder miydi? Şuan için onu aradığımı bilmemesi daha iyi gibiydi. İlk fırsatta Marmaris'e gidip kaçmasına fırsat vermeden karşısına çıkmayı planlıyordum.

"Şimdilik bir şey yapmayalım Mine. Zamanı gelince ben ona gideceğim."

Mine bana sarıldı. "Ne zaman istersen yanındayım biliyorsun dimi?" diye sorduğunda boğazımda bir şeyin düğümlendiğini hissettim.

Ailem dışında kimseyle bu kadar duygusal bir bağ kurmamıştım bugüne kadar ama arkadaşlarım bana iyi geliyordu. Her ne kadar Berrak konusunda kıskançlık hissetsem de ona da çok değer veriyordum. Can zaten Can'dı işte. Beni ne olursa olsun güldürmeyi başarıyordu.

Ben de Mine'ye sarıldım ve sonra birbirimize gülümseyip heykel dersine gitmek için atölyenin bulunduğu binaya yürüdük.

Sınıfa girdiğimizde bizim dışımızda herkes gelip yerlerine oturmuştu. Alp henüz gelmemişti. Biz de yerimize yerleştikten sonra kapıya bakıp beklemeye başladım. Bunu yapmayı engelleyemiyordum. Ne olursa olsun onu görmek istiyordum.

Neyse ki fazla beklemem gerekmedi. Alp kucağında kağıda sarılı büyük kare bir şeyi taşıyarak sınıfa girdi. Taşıdığı şey büyük olmasına rağmen hiç zorlanıyor gibi gözükmüyordu. Göründüğünden daha güçlü olduğunu düşündüm.

Masasına yaklaşınca kucağındaki şeyi duvara dayadı ve kağıdını üstünden sıyırdı. Getirdiği şeyin çok güzel bir tablo olduğunu farkettim. Bu tabloda tanıdık bir şeyler vardı, bunu daha önce bir kitapta gördüğüme emindim ama hangisi olduğunu çıkaramamıştım.

Alp işini bitirince sınıfa doğru dönüp gülümseyerek gözlerini hepimizin üzerinde gezdirdi. Gözleri benim üstümde fazladan bir iki saniye durunca kalbim yine şarkısını söylemeye başladı.

"Evet arkadaşlar. Bugün zihninizden değil de gördüğünüz iki boyutlu bir resmi nasıl heykele dönüştürdüğünüzü görmek istiyorum. Bunun için size bu tabloyu getirdim. Mükemmel bir iş çıkarmanızı beklemiyorum. Gördüğünüz üzere çok detaylı bir anlatımı var. Bütün bu dokuları, kıvrımları çamurunuza taşımanız kolay olmayacak ama en azından boyutsal kavram yeteneğinizi görmek istiyorum." gözleri cümlesine devam ederken yine benim üstümdeydi sanki direkt olarak bana hitap ediyordu. "Bu tablo Apollon ve Daphne'nin son anının resmedilmiş hali. Daphne'nin ağaç olmadan hemen önce Apollon'un kollarından kaçmaya çalışmasını anlatıyor. Detayları görmek için buraya gelip inceleyebilirsiniz."

KozaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin